Bir nefeste cinsellik tarihi
Karen Dolby
Kahramanları arasında felsefecilerden papalara, kraliçelerden imparatorlara, doktorlardan siyasetçilere herkesi bulabileceğiniz bu kitap, tarihe alternatif bakışıyla hem eğlenceli hem de pek edepsiz.
Karen Dolby
Bir Nefeste Cinsellik Tarihi
TARİHİN EDEPSİZ KÖŞELERİ
Bir Nefeste Cinsellik Tarihi, meşhur klasik felsefecilerden Ortaçağ papalarına, kral ve kraliçelerden doktorlara, siyasetçilere ve sokaktaki insanlara kadar geniş yelpazede pek çok insanın hayatının gölgede kalmış ‘edepsiz’ köşelerine ışık tutuyor. Tarihin derinliklerinde çıktığınız bu yolculukta herkesin ‘bu taraklarda bezi olabileceğini’ göreceksiniz. Kötü şöhretli Borgias, Marquis de Sade ve Sör Richard Burton (Kama Sutra’nın çevirmeni) gibi isimler resmin sadece ufak bir parçası. Sıradan insanların hayatlarından mektuplar, günlükler ve mahkeme kayıtları karşısında da bir o kadar şaşıracak; tasvir edilen çeşitlilik ve yaratıcılığı bazen utanç verici, bazen de çok komik bulacaksınız.
Bu hınzır ve etkileyici kitap sizi tarihin ara sokaklarında gezintiye çıkarırken geçmişe dair önyargılarınızı alaşağı edecek…
GİRİŞ
Philip Larkin’in kaleme aldığı ‘Annus Mirabilis’, cinsel devrimi özetleyen en zekice şiirlerden biridir.
Larkin haklı mıydı? Cinsel özgürlük gerçekten 1960’larda açık ilişkiler, doğum kontrol hapının kullanımı ve seks, uyuşturucu ve rock’n’roll’un biraraya gelmesiyle ortaya çıkan iksir ile mi tetiklenmişti? Yoksa 1950’lerde, gayrımeşru çocuk doğum oranı ve bel soğukluğu vakalarının da ‘tesadüfen’ arttığı bir dönemde, penisilinin yaygın kullanımının, ‘riskli ilişkiler’le bulaşan hastalıkların tehlikesini azalttığının keşfedilmesi mi etkili olmuştu?
Pekiyi ya İkinci Dünya Savaşı’nın sunduğu özgürlük ortamına ya da yarın herkesin ölebileceği ihtimalinin getirdiği ahlaki çözülmeye ne demeli? Bir de tabii Birinci Dünya Savaşı ve 1918 grip salgını ve bunlardan sağ çıkanların öncülük ettiği, ‘koyver gitsin’ anlayışının hâkim olduğu bir dönem var.
İsterseniz daha da eskilere bakalım. Bütün bunlar önceki yüzyıllarda, hatta binyıllarda çok mu farklıydı? Örneğin Antik Roma İmparatorluğu’nun kentleri olan Pompeii ve Herkulaneum’da kazı yapan 18. yüzyıl arkeologları, çıkardıkları fallik sanat eserleri ve erotik fresklerden adım atacak yer bulamıyorlardı. Tarihin biraz daha ahlaksız sayfalarına baktığınızda her daim kafamızı seksle bozmuş olduğumuzu siz de göreceksiniz. Seks yüzünden tahtlar kazanılmış ve kaybedilmiş, bahtlar yapılmış ve itibarlar yerle bir olmuştur.
Eğer yüzyıllardır süregelen seks takıntımız hakkında şüpheleriniz varsa gelin biraz daha eskilere gidelim. Kırk bin sene önce, tarihöncesindeki insanlar bir yandan mağaralarda yaşayıp yiyecek kıtlığı ve vahşi hayvanlara karşı savaş vererek Buzul Çağı’ndan sağ salim çıkmak için çabalarken, bir yandan da (yüzlercesi günümüze kadar muhafaza edilmiş) sarkık memeli ve devasa kalçalı Venüs heykelcikleri yaparlardı. Bu figürler sergilenmek için değil de daha çok insanlara zevk vermek gibi bir amaca hizmet etmek için yapılmış herhalde. Her nesil kendinden öncekilerin eski kafalı, bağnaz, ciddi, utangaç ve hatta sıkıcı olduğunu düşünür. Oysa bu doğru değildir. İlk pornocudan tutun da kayıtlara geçmiş ilk otoerotik asfaksi[1 - Otoerotik asfaksi: Orgazmı güçlendirmek için kendi kendini farkında olmadan boğma durumu. (e.n.)] vakasına, Antik dönemden Ortaçağ’ın ermişlerine (ve tabii ki günahkarlarına), Rönesans dönemi şairleri ve pezevenklerinden soyluların kaçamaklarına ve George Dönemi ile Victoria Dönemi’nin yeraltı dünyasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan Bir Nefeste Cinsellik Tarihi hem kapalı kapılar ardında hem de tüm dünyanın gözü önünde olup bitenlere bakıyor.
On ikinci yüzyıl rahibi ve vakanüvisi Devizes’li Richard der ki, “Aktörler, soytarılar, ipek gibi pürüzsüz tenli delikanlılar, Mağribiler, hoş oğlanlar, yumuşaklar, oğlancılar, şarkı söyleyip dans eden kızlar, şarlatanlar, dansözler, büyücüler, haraççılar, fahişeler, sihirbazlar, taklitçiler, dilenciler, şaklabanlar. Bunlar ne kadar ev varsa işgal edecekler.” Fi tarihinden beri süregelen bu işgal, insanların nabzı attıkça da elbet devam edecektir.
KLASİK BİR EĞİTİM
Bin öpücük ver bana, sonra yüz, sonra bin tane daha.
Catullus
Seksi icat edenler, klasik dönem yazarları olmasa da sevişmeyi tüm detaylarıyla ilk onlar anlatmışlardır. Soylu filozof Kral Süleyman’ın neredeyse 3.000 sene önce Vaiz kitabında da dediği gibi “Güneşin altında yeni bir şey yok.” Üstelik Antik Yunan ve Romalılar, söz konusu uygulama ne kadar sapkınca olursa olsun ilk deneyenlerden olmuş ve Süleyman’ın bu sözünü haklı çıkarmışlardır. Afrodizyaktan erotizme, nemfomaniden zoofiliye kadar seksle ilgili birçok modern kelimenin Antik Yunanca kökenli olması tesadüfi değildir.
Hayat Erkeklere Güzel
Antik Yunan’da erkek olmak ne kadar keyifliydiyse, kadın olmak da o kadar zahmetliydi; en azından saygıdeğer, namuslu ve göze batmaması beklenen bir kadın olmak. Kocaları dışarıda sosyalleşirken evli kadınlar genelde diğer kadınlarla evde otururlardı. Kocalarıyla nadiren aynı sofrada yemek yer, misafir geldiğindeyse ortadan kaybolurlardı.
Antik Yunan’da kadınların saygıdeğer bir yerleri yoktu ve hukuki veya siyasi hakları oldukça azdı. Kusurlu tanrıçalarına ve her daim kötülük için yanıp tutuşan kadın kahramanlarına bir defa bakmak bunu görmeye yetecektir: Euripides’in öz erkek kardeşini öldüren intikamcı Medea’sı örneklerden sadece biridir. Birçok erkek için evlenmenin tek sebebi mirasçılarını yasal kılmaktır, dolayısıyla göreceli olarak daha özgür bir yaşam isteyen kadınların fahişeliğe yönelmeleri şaşırtıcı değildir. Hetairai olarak bilinen üst sınıf fahişeler genelde iyi eğitimli ve saygıdeğerdirler; toplumdaki yerleri, Avrupa tarihindeki kraliyet metreslerine denktir. Milattan önce dördüncü yüzyılda, Atinalı devlet adamı ve konuşmacı Demostenes’in yazdığı üzere, “Hetairailer keyfimizi yerine getirmek, odalıklarımız günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak, karılarımız ise bize yasal mirasçılar verip ev işleriyle uğraşmak için varlar.”
Bu Gece Olmaz Tatlım
Evli çiftler arasında sosyal bir ilişkinin olmamasının doğum oranları üzerinde etkisi olmuştur ve dolayısıyla bu dönemde büyük ailelere pek rastlanmamıştır. Tarihçi ve filozof Ksenofon bunu M.Ö. 3. yüzyılda ciddi bir sorun olarak görmüş ve “kanunen, meşru bir varisi olmayan bir çiftin gebelik başarılı olana kadar ayda en az üç kere seks yapması gerekmektedir” diye buyurmuştur.
Kadınların düşük statüsünün talihsiz sonuçlarından biri de çok sayıda kız bebeğin terk edilerek ya da tepelerin eteklerinde kendi kaderlerine bırakılarak öldürülmüş olmasıdır. Sparta’da çok zayıf yahut bir şekilde kusurlu olduğuna kanaat getirilen erkek bebekler de katledilirdi. Buna vahşi bir erken dönem ırk ıslahı da denilebilir.
Erkeklerin İdmanı
Antik bir Yunan vazosu üzerinde resmedilmiş güreşçiler
Günümüzdeki klişe Antik Yunan algısının oluşmasında, eşcinselliğin serbest olması, özellikle çıplak yapılan güreşlerde had safhaya ulaşan erkek vücuduna beğeni duyulması durumu ve her şeyin alenen yapıldığı kadın erkek karışık hamamların olması gibi bilgiler etkili olmuştur. Gerçekse çok daha masum ve şaşırtıcıdır.
Öncelikle kadınların ve erkeklerin kullandıkları hamamlar kati suretle ayrılmış ve asla birleştirilmemiştir. Bununla birlikte, Yunan gymnasiumları sadece erkeklere ayrılmıştır ve atletler buralarda gerçekten de çıplak olarak güreş tutmuşlardır.
Gymnasium kelimesi ‘çıplak’ anlamındaki gymnos kelimesinden gelir.
Ancak gymnasiumlar genç erkekleri sırf güreştirmek için değil, diğer spor dallarındaki müsabakalara hazırlamak için de kurulmuştur. Buralar aynı zamanda felsefi ve entelektüel sohbetlerin yapıldığı toplanma yerleri olarak kullanılmıştır.
Sağlığı ve gücü artırmak için yapılan idman, genç erkeğin eğitiminin önemli bir parçası olarak görülmüştür. Atletler, tanrılara övgü amacıyla ve erkek vücudunun estetik olarak beğenilmesini yaygınlaştırmak için çıplak dolaşmıştır. Bu durumsa farklı yorumlamalara yol açmıştır.
Akıl Hocalığı
Aynı şekilde, iyi eğitimli erkeklerin ergenlik çağındaki erkekleri ‘evlat edinmeleri’ âdettendi. Bu akıl hocaları, okulu bitiren gençlerin ahlaki ve toplumsal gelişimlerini devam ettirmek için birer yol gösterici olarak görev alırlardı. Sofokles, “Hepimizin yoldan sapma ihtimali olduğu için, öğreneceklerimizi öğretebilenlerden öğrenmemiz en mantıklısıdır.” demiştir.
Klasik dönem üzerine uzmanlaşan akademisyenler bu hoca-öğrenci ilişkilerinde fiziksel bir ilişkinin âdetten olup olmadığı konusunda farklı görüşteler. Ancak aralarında Sokrates, Platon ve Aristoteles’in de bulunduğu filozofların kendilerini ergenlik çağındaki erkeklerle cinsel ilişkileri kınamak zorunda hissetmeleri, bu ilişkilerin her zaman masum olmadığı yönünde bir göstergedir. Bununla birlikte, eğitim bir yana, yetişkin ve ergen erkekler arasındaki eşcinsel ilişkiler, vazo resimlerinden de anlaşılabileceği üzere, Antik Yunan’da tamamen tabu değildi. Milattan önce 5. yüzyıla gelindiğinde paiderastia ya da pederasti (oğlancılık) Yunan kültüründe çoktan yer edinmişti.
Makbul Genelevler
Atinalı devlet adamı ve kanun yapıcı Solon, M.Ö. 6. yüzyılda Atina’daki ekonomik ve ahlaki çöküş karşısında dehşete kapılmış ve devlet tarafından işletilen genelevler kurarak bu duruma bir çözüm getirmeye çalışmıştır.
Başka bir yurttaşın karısıyla değil de bir fahişeyle yapıldığında zina daha affedilebilir bir günah olarak görülmüştür. İmparatorluğun her yerinden hem kadın hem erkek yabancı köleler getirtilmiş, herkesin karşılayabilmesi amacıyla bilhassa düşük bir ücret belirlenmiştir. Genelevlerin vergi ödemesi ve bu durumun şehrin hazinesine yaraması ise başka bir avantaj olmuştur.
Arkeologlar, bu genelevlerden birinde, tabanına kabartmayla ‘Beni Takip Et’ yazılmış, yürüdükçe toprakta ayartıcı bir mesaj bırakan bir çift sandal bulmuşlardır.
Aman Doktor, Canım Doktor
Hipokrat, Batı tıbbının babası olarak kabul edilir. Bugün doktorlar hâlâ onun koyduğu prensiplere dayanan bir yemin olan Hipokrat Yemini’ni eder, böylece mesleklerini onurlu bir şekilde icra edeceklerini ifade etmiş olurlar. Çalışmalarını M.Ö. 4. Yüzyıl’ın başlarında yapan Hipokrat, tıpta çığır açmış ve birçok ilginç bilimsel teori geliştirmiştir.
Buna rağmen Hipokrat’ın orgazm üzerine oldukça tek taraflı ve erkeklerin lehine düşünceleri vardır. Dönemin diğer doktorları gibi o da kadınların dişi menisi ürettiğine inanırdı. Aynı zamanda kadınların seks sırasındaki zevkinin sadece erkeğin boşaldığı zaman doruk noktasına ulaştığını düşünürdü. Bir başka teorisine göre (herkesin açıkça tercihi olan) erkek çocuk sahibi olmanın tek yolu önce erkeğin orgazm olmasıdır, kadının erkekten önce orgazm olması durumunda çocuk maalesef kız olacaktır.
Kadın Dokunuşu
Antik Yunan’da evli kadınların sinirli ve cinsel bakımdan mutsuz olmalarına belki de şaşmamak gerek. Kimileri bir sevgili bulmak için bir kadın pezevenge başvurur, ancak yakalanmaları halinde cezaları büyük olurdu. Bununla birlikte daha az risk arz eden seçenekler de yok değildi. Gizli saklı bir ahlaksızlıktansa, ipi sağlam kazığa bağlayan bir çözüm olarak mastürbasyon yeğ tutulurdu. Ayrıca kayıtlar, tahtadan ya da içi doldurulmuş deriden yapılmış ve iyice zeytinyağına bandırıldıktan sonra kullanılan dildoların[2 - Dildo: Yapay penis. (ç.n.)] varlığına işaret eder.
Kadınlar çareyi birbirlerinde de aramışlardır. Yunanlılar lezbiyenlere genellikle ‘sürtünmek’ fiilinden türemiş olan tribas kelimesiyle hitap ederlerdi. Yine de Latince homo’dan[3 - Homo: ‘Adam’ anlamında. (ç.n.)] kelimesinden değil de, Yunanca ‘aynı’ anlamına gelen homos’tan kelimesinden elde edilmiş ‘homoseksüel’ kelimesi de hem erkekler hem de kadınlar için geçerliydi. Lezbiyen kelimesiyse M.Ö. 6. yüzyılda kadınlar hakkında şiirler yazmış olan Yunan şairi Sappho’nun memleketi Lesbos’tan[4 - Midilli Adası. (ç.n.)] esinlenilerek 19. yüzyılda türetilmiştir.
Hoş Kalçalar
Antik Yunan’da bir dansçı
Antik Yunan’da kadınlara karşı tutum zaman içinde değişti. Sanat ve edebiyat kadın ile erkek arasındaki romantik aşkı yansıtmaya başladı ve vazo resimleriyle heykellerde kadın vücuduna verilen değer ortaya kondu. Callypgian denilen, güzel kalçalı kadınlar daha fazla rağbet görürdü. Kadınlar bazen daha kıvrımlı görünebilmek için kalçalarına destekleyici yastıkçıklar koyarlardı.
İç Gıdıklayıcı Masallar
Bu hikayelerin zamanında en az günümüzdekiler kadar dedikodusever olan okuyucuları dehşete düşürüp heyecanlandırmak için abartılıp abartılmadığı bilinmez, ancak Antik Çağ yazarlarına bakılırsa, Yunanlılar komşularının seks hayatına karşı doymak bilmez bir merak duymuşlardır.
Milattan önce 5. yüzyılda Herodot Tarihi isimli eseri yazan Herodot, aynı zamanda bir kaşif, gezgin ve hikaye anlatıcısıydı. Gördüğü harikaları, gezdiği yerleri ve tanık olduğu tuhaf gelenekleri yaşar gibi tasvir etmiştir. Örneğin, Mısırlılar’ın güzel kadınların vücutlarını öldükten sonra birkaç gün, yani ceset çürümeye başlayana kadar gömmeden tutma âdetlerini yorumlamıştır. Görünüşe göre bu uygulamayla mumyalayıcılar arasında yaygın olan nekrofilinin önlenmesi amaçlanılırmış. Herodot ayrıca Mısır’daki ayinlerde yaşanan vahşeti ve Hazar Denizi yakınlarında yaşayan Massaget kabilesinin doymak bilmez cinsel arzularını anlatmıştır. Bu halkın erkeklerinin hepsinin birer karısı olduğu, ancak kadınların ‘ortak tutulmuş’, yani cinsel objeler olarak erkekler arasında paylaşılmış olabilecekleri söylenmiştir. Seksten sonra cinsel organlarını tütsü buharıyla dezenfekte eden Babillilerin de kadınlarını hayatlarında bir defaya mahsus olmak üzere, (Herodot’un Afrodit olduğunu düşündüğü) Mylitta tapınağında tanrıçaya bir sunu olarak tamamen yabancı erkeklerle cinsel birleşmeye göndermek gibi tuhaf bir gelenekleri vardır.
Roma’da Romalı Gibi Davran
Romalı kadınlar Yunanlı kadınlara göre daha özgürdüler. Varlıklı kadınlar kesinlikle daha büyük bir serbestlik içindeydiler; boşanma ve kendi mallarının bir kısmını ellerinde tutma haklarının yanı sıra, ziyafetlere katılabilir ve erkeklerle özgürce konuşabilirlerdi. Ancak, kadınlar eş ve fahişe olarak iki kesin kategoriye ayrılırlardı.
M.Ö. 1. Yüzyıl’da yazan Romalı şair ve Filozof Lukretius, Doğa Üzerine isimli epik eserinde döllenme için en iyi sonuç veren pozisyonun ‘rahmi yukarı doğru kaldırılmış’ bir kadına arkadan yaklaşmak olduğunu yazmıştır. Kadının birleşme sırasında hareket etmesinin tamamen gereksiz olduğunda ısrar etmiş; hatta hareket etmenin döllenmeyi engellediğini ve fahişelerin seks esnasında bu yüzden kıvrandığını iddia etmiştir. Zaten seksten zevk almak evli kadınların haddine düşen bir şey olarak görülmemiştir. St Jerome’ye göre, Lukretius bir aşk iksiri içtikten sonra delirmiş ve intihar etmiştir.
Bir defne çelengiyle çerçevelenmiş Lukretius
Erkekler İçin Tek Kural
Sadakatsiz kocası İason’u cezalandırmak için çocuklarının ölümünü planlayan Medea
Kadınların zina yapması kesinlikle yasaktı, ancak erkekler için aynı şey geçerli değildi; her ne kadar diğer erkeklerin karıları ve bakire kızları yasak bölge olsa da, fahişeler ve kölelerle birlikte olmaları meşruydu. Roma İmparatorluğu’nun erken dönemlerinde, zina yapan kadınlar ölümle cezalandırılmış, ancak bu ceza sonradan sürgün ve malının üçte birine el koymaya indirilmiştir. Kocaların günahkar karılarını affetmelerine izin verilmemiş, aksi takdirde onlar da cezalandırılmıştır.
Zina yasasından muaf tutulmak uğruna, katı kurallardan kaçmak isteyen bazı evli kadınlar kendilerini fahişe olarak kaydettirmişlerdir.
İmparatoriçe’nin Genelevi
İmparator Claudius’un karısı İmparatoriçe Valeria Messalina’nın, kendi açtığı genelevde takma bir isimle bir fahişe olarak çalıştığına dair hikayeler, diğer tanınmış yazarların yanı sıra Tacitus, Suetonius ve Büyük Plinius tarafından da anlatılmıştır. İmparatoriçe, varlıklı Romalı kadınlar için grup seks partileri düzenlemiş, fahişelerle tüm gece seks yapma yarışlarına girmiş, bu yarışları da bazen bir gecede yirmi beş farklı kişiyle sevişerek kazanmıştır. Messalina’nın seksi, iktidar alanını genişletmek ve politikacıları tahakkümü altına almak için kullandığı söylenmiştir. Messalina ayrıca konumuna bir tehdit oluşturduğunu düşündüğü herhangi birini sürgüne yollatması ya da idam ettirmesi konusunda Claudius’u ikna etmiştir. İşin ilginci daha sonra Claudius, Messalina’yı idam ettirmiştir.
Messalina uçta bir örnek teşkil etse de dikkate değer sayıda kadın kendini fahişe olarak kaydettirmiş olacak ki, M.S. 19 yılında İmparator Tiberius’un da desteğini arkasına alan Senato, bir Roma şövalyesinin eşi olan ya da onun soyundan gelen herhangi bir kadının fahişe olarak çalışmasını yasaklayan bir kanun çıkarmıştır.
Sapkınlık
Antik Roma’da üç tür evlilik vardı. Bunlardan ikisi değişen seviyelerde karmaşıktı; gittikçe popüler olan üçüncüsü ise sadece bir sene kesintisiz olarak birlikte yaşama şartını koşuyordu, ancak herhangi bir kesinti senenin tekrar başlamasına sebep oluyordu. Boşanmak da kolaylaşmıştı. En kesin boşanma sebebi zinaydı, ancak ahlaki çözülme, sarhoşluk ve kısırlık da boşanmak için geçerli sebepler arasında sayılıyordu.
Jül Sezar’ın evlatlık oğlu ve halefi İmparator Augustus, karısı Scribonia’dan ‘sapkınlık’ sebebiyle boşanmıştır. Esas meseleyse Scribonia’nın Augustus’tan altı aylık hamile olan on yedi yaşındaki yeni metresi Livia Drusilla’dan hoşlanmaması ve onu onaylamamasıdır.
Üst sınıf Romalı aileler bazen çiftleri siyasi ya da hanedanla ilgili sebeplerden dolayı da boşanmaya zorlardı. Örneğin, Augustus’un kızı Julia, Tiberus’la evlenebilmesi için kocasından boşanmaya zorlanmıştır. Tiberus ise bu evliliği yapabilmek için sevdiği karısı Vipsania’dan boşanmaya ikna edilmiştir. İşin ilginci, Vipsania da Julia’nın üvey kızıdır.
Saç ve Makyaj
Antik Roma’da güzellik sırları oldukça fazlaydı. Kadınların kıyafetleri Yunanlılarınki kadar açık değildi, zira esas makyaja önem verilirdi. Makyaj yüz temizleme kremi ve fondötenle başlar; rastık, göz farı ile devam eder ve yanaklarla dudakların kırmızı boyalı macunla renklendirilmesiyle tamamlanırdı. Klasik dönem kadınları makyaj fırçasının erbabıydı, ancak henüz suya dayanıklı makyaj malzemeleri geliştirilmemişti: Roma yazının sıcağında ya da yağmurda makyajlar erir, kadınların yanağında palyaçolarınkine benzer kırmızı ve siyah izler bırakırdı.
Saçlar katlanıp kıvrılarak lüle yapılırdı. Kırlaşmış saçlardan ve kırışıklıklardan günümüzde de olduğu gibi hoşlanılmaz, bunlar saklanmaya çalışılırdı. Kır saçlar boyanır ya da cımbızla çekilirdi. Got ya da Sakson kabilelerinin kadınlarınki gibi kızıl ya da sarı saçlar oldukça modaydı. Saç boyalarında afyon ruhu ve haşhaş ile karıştırılmış akrep ve kuş kafasından öküz safrasına kadar tuhaf maddeler kullanılırdı. Hindistan’dan getirilen saçlarla yapılan pahalı peruklarsa bir başka seçenekti.
Makyaj ve saç tamamlandıktan sonra, parfümlü yağlar ve mücevherler de çekici bir dişilik katmak için bolca kullanılırdı. Romalı erkeklerin gözlerinin hep dışarıda olmasına belki de şaşırmamak gerek.
Cazibeli Bir Tebessüm
Diş beyazlatma günümüzde ortaya çıkmış bir uygulama değildir. Daha genç ve çekici görünme çabası içindeki Romalılar da dişlerini beyazlatmak için keçi sütü ve idrardan oluşan bir karışım kullanırdı.
Roma Hamamları
Klasik dönem heykellerinden anlaşılacağı gibi, Roma modası kadınların kasık kıllarını tamamen tıraş etmesi ve diğer bölgelerdeki kıllarını aldırmasından yanaydı. Bu durum bir dereceye kadar erkekler için de geçerliydi. Tüylerin kısaltılması bir hijyen ve temizlik göstergesi olsa da, eşcinsel erkekler tıraş olmayı cinsel bir davetiye olarak da kullanırlardı. Hamamlar Romalı erkeklerin birbirlerini “kesebilmeleri” için birçok fırsat sunardı.
Roma’daki yaşamı hicveden zekice vecizeleri ile tanınan şair Martial, erkeklerin takım taklavatları hakkında birkaç açık saçık yorumda bulunmuştur: ‘Penisin de burnun da o kadar büyük ki Papylua, yaydığın kokudan sertleştiğin anlaşılıyor.’ Romalı general Labienus’a da şu soruyu sormuştur: ‘Göğsün, bacakların ve kollarındaki kılları alıyorsun; tıraşlı penisinin etrafıysa kısacık tüylerle kaplı; bunların hepsini metresin için yapıyorsun, biliyoruz. Peki, Labienus, göt deliğini tüylerden kimin için arındırıyorsun?’
Antik Yunan’daki gibi Roma’da da varlıklı adamların genç erkek dostlarının olduğu bilindik bir şeydi, ayrıca birden fazla imparatorun yaptığı açılımlar da bir dereceye kadar cinsel özgürlüğü teşvik etmişti.
Her Şey Boş
Jül Sezar hem asker, hem devlet adamı, hem de yazardı; Roma’nın lideri, Britanya ve Galler’in fatihi, çeşitli sosyal ve siyasi reformların öncüsüydü; jülyen takviminin yaratıcısı ve M.Ö. 15 Mart 44 tarihinde suikaste kurban gidene kadar ‘Hayat Boyu Diktatör’dü. Tüm zamanların en büyük askeri kumandanlarından biriydi ve başarılarının haddi hesabı yoktu. Yine de onun da kendine göre güvensizlikleri vardı.
Bugün Sezar’ın büstlerini ve özenle kesilmiş saçlarını görenler tasvir edilenin kim olduğunu ânında anlar. Oysa aslında giderek açılan alnı Sezar’ı rahatsız ediyordu. Kelini kapatmak için saçlarını düzenli olarak kestiriyor ve açıklığı mümkün oldukça gizleyebilmek için defne yapraklarından bir taç takıyordu. Sakallarını zaten düzenli olarak kesiyordu, ama söylenene bakılırsa bir de yüzünde ve vücudundaki istenmeyen tüyleri cımbızla alıyordu.
Sezar’ın zamanında bölük komutanlarının erkekliklerini ve imparatorluğa bağlılıklarını göstermek üzere meme uçlarını deldirmesi âdettendi. Gücünün ve ordusuyla birlikteliğinin bir göstergesi olarak Sezar da meme uçlarını deldirmişti. Cicero, Plutarkhos, Suetonius ve ayrıca askerlerinin müstehcen şarkılarına göre Sezar doyumsuz bir âşıktı. Üç kere evlenmiş ve birçok ilişkisi olmuştu; gönül maceralarına kendisinden Caesarion (Küçük Sezar) isimli bir erkek çocuğu sahibi olan Kleopatra da dahildi. Heteroseksüel olarak tanınmasına rağmen, M.Ö. 80 civarında, yani yirmisinde bir delikanlıyken yaşadığı eşcinsel bir ilişki söylentisi, hayatının sonuna kadar peşini bırakmadı. Genç Sezar, Roma’nın Pontus’lu Mithridates’e karşı desteklediği Bitinyalı Kral IV. Nikomedes’ten bir filo almaya gönderilmişti. Lakin Sezar, Nikomedes’in sarayında gereğinden uzun kalmış ve dolayısıyla kralın yatağını paylaştığı yönünde dedikodulara sebep olmuştu. Seneler sonra bile Sezar’la ‘Bitinya Kraliçesi’ diye dalga geçilmeye devam edilmiş ve askerlerin şarkılarında ondan ‘bir kralın kıymetlisi’ diye bahsedilmiştir.
Gerçek ne olursa olsun, Memmius ve Cicero dedikodulara inanmış, daha sonra Suetonius da bu hikayeyi dile getirmişti.
Vesta Bakireleri
Bekaret yeminini bozmaları halinde Vesta Bakireleri’nin cezaları diri diri gömülmekti
Aile tanrıçası Vesta’ya hizmet etmek ve kutsal ateşi korumak için Altı Vesta Rahibesi seçilirdi. Bunlar, asil Roma ailelerinin kızlarından oluşan bir liste içerisinden seçilirdi. Kızlar altı ile on yaşları arasında göreve başlar, otuz yıl boyunca tanrıçaya hizmet eder, bu süre boyunca da namuslarını korurlardı. Bakire olmadıklarına dair en ufak bir ipucu, yeraltındaki bir odada yavaş bir ölüme terk edilmelerine sebep olurdu.
Bu, ciddiye alınan bir görevdi: Roma’nın kaderi ve zenginliğinin Vesta’nın ellerinde olduğuna inanılırdı. Ne zaman yeni bir bakire alınacak olsa, birçok aile kızlarının ismini, daha çok mal ve mülklerinin devletin eline geçmesini önlemek endişesiyle, liste dışı bırakmaya çalışırdı.
Kaba Şiirsellik
Priapos’a tapınma
Her ne kadar sofistike olurlarsa olsunlar, Romalılar’ın kaba saba bir mizah anlayışları vardı.
Priapos, abartılı bir ereksiyonla resmedilen, ikincil bir Yunan bereket tanrısıydı. Bu tanrının heykelleri, hırsızları korkutmak için Roma bahçelerine dikilirdi. Heykellerin yanına genelde açık saçık bir mizahla yazılmış uyarılar iliştirilirdi. Bu uyarılar Priapeia isimli bir şiir antolojisinde toplanmıştı. Örneğin: ‘Oğlum dikkat, yanarsın; kızım dikkat, sikilirsin; cezaların en fenası da sakallı hırsıza gelsin.’ Şair Martialis bile bu seçkiye katkıda bulunmuştur: ‘Eğer o haydut değneğin şu asmanın en ufak bir filizine bir değsin, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, bu selviden değnek de sana girsin de içine incir ağacı diksin.’
Priapos’un resimleri de günümüze kadar gelmiştir; bunlardan en iyi bilinenleri müşteriler için bir uğur sembolü olarak görüldüğü Pompeii’deki Vettii Evi’nde ve Herkulaneum’da bir bardadır.
Açık saçık başka mısralar da, aslında ahlaksız dizeleriyle değil de görkemli aşk şiirleriyle tanınan Catullus’un kuş tüyü kaleminden çıkmıştır. Hatta şiirlerinden biri 2009 yılında, bir işveren sözde bu şiiri bir cep telefonu iletisinde alıntıladığı için açılan bir cinsel ayrımcılık davası haberine konu olmuş, ancak BBC tarafından çevrilemeyecek kadar aşırı bulunmuştur.
Bu şiir Catullus’a hanım evladı diyen ‘edilgen’ Aurelius ve ‘oğlancı’ Furius’a ithafen yazılmış olan XVI numaralı şiirdir ve şöyle biter:
Erkekliğimden kuşku mu duyuyorsunuz
Binlerce kez öpüştüğümü okudunuz diye?
Ben becereceğim ikinizi de,
Seni kıçından düzeceğim, edilgen Aurelius,
Seni de ağzından, oğlancı Furius.[5 - Bütün Şiirleri, Gaius Valerius Catullus, çev. Çiğdem Dürüşken, Erdal Alova-YKY (ç. n.)]
Bu, Aurelius’un Catullus’un şen şakrak ama ağır hakaretlerine maruz kaldığı ilk örnek değildir:
Senden korkuyorum ve senin o yarrağından,
O ki alacaklıdır hem iyi hem kötü oğlanlardan.
İlginçtir ki başka bir şiirde Catullus, Aurelius ve Furius’tan yoldaşları olarak söz eder.
Bacchanalia Şenliği Suçları
Titian’ın ‘Bacchus ve Ariadne’si
Romalılar, Yunan tanrısı Dionysos’u kendi bereket tanrıları Liber ile birleştirmiş ve Bacchus adında bir tanrı olarak benimsemişlerdir; tıpkı Priapos gibi.
Bacchus kültü öncelikle kadınlar için, senede bir kere gündüz saatlerinde yapılan üç günlük bir festival olarak düzenlenirdi, ancak daha sonraları ayda beş kere yapılan, herkese açık tam teşekküllü bir kutlama haline geldi. Başlangıçta meşalelerin aleviyle aydınlanan bu kabul töreni genç erkek ve kadınlar için sınırsız eğlence anlamına gelirken, kısa zaman içinde ayyaşlık ve Tiber Nehri kıyılarında sabahlara kadar çılgın müziklerle dans etmek için bir bahane halini aldı. Kontrol dışı davranışlardan ve kırbaçlamadan adam asma törenlerine kadar uzanan korkunç âdetlerle bezenmiş Bacchus ayinleri, kasti suçları ve hatta cinayetleri bile geride bırakıyordu.
Aebutius adında bir adamın dolandırılıp sonra öldürüleceği bir suikast planı, yetkililerin dikkatini çekmişti. Aebutius’un servetini çarçur eden üvey babası, bu suçunun üstünü genç adamı Bacchanalia şenliklerinde öldürerek örtmeyi planlıyordu. Genç oğlunu bu başlangıç ritüeline gitmesi için ikna eden annesi de bu komploya ortak olmuştu. Neyse ki Aebutius’un metresi, akıllı ve görmüş geçirmiş bir fahişe olan Hispala Faecenia, şüphelenmişti. Vaka şikayet edildi, soruşturma başlatıldı ve kovuşturmaya geçildi.
Tarihçi Titus Livius, bu Bacchus skandalında 7000 kişinin tutuklandığını yazmıştır. Kimi erkekler idam edilmiş, kimileri hapsedilmiş, kadınlarsa daha yumuşak cezalar almış ve akrabalarının gözetimine verilmiştir. M.Ö. 186’da Senato, ayinleri Roma’da izne tabi küçük toplantılar haline getirmiş, imparatorluğun diğer yerlerindeyse toptan yasaklamaya çalışmıştır.
Bacchus kültü Jül Sezar’ın zamanında daha ılımlı bir halde yeniden canlanmıştır. Marcus Antonius’un bir tören alayıyla kutlanan bu karnavalların sıkı bir takipçisi olduğu söylenir.
Etrafına Bereket Saç
Bu kadar çok yasadışı çiftleşme olurken, hamileliği önlemek Romalılar için bir takıntı haline gelmişti. İnsan fizyolojisi hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olan Romalıların doğum kontrol hakkındaki fikirleriyse pek yaratıcıydı.
Tanınmış doktor Soranus, doğurganlığın yüksek olduğu günlerde ya cinsel oruç tutulmasını ya da anal seks yapılmasını tavsiye eder; iş işten geçtiyse de bal, yağ ve reçineye batırılmış yün tıkaçlar kullanmalarını ya da astrenjan çözeltiler içmelerini önerirdi. Dioscorides, karabiber kullanımını önerirdi. Vajinal temizlikten sonra hapşırmak da yaygınlaşmış bir doğum kontrol yöntemiydi.
Genelde çok mantıklı ve ölçülü bir yaklaşımı olan Büyük Plinius’un önerisi ise cinsel arzuları azaltmaktı. Fare pisliği, salyangoz ya da güvercin dışkısı ve vahşi kara boğaların üzerinden toplanan kenelerin kanından oluşan bir merhemin cinsel bölgelere uygulanması, tavsiyelerinden biriydi. Bu tür uygulamaların, Plinius’un hedeflediği anlamda olmasa bile, işe yaradığını görmek çok da zor değildir.
Diğer yandan, doğum kontrolüne ihtiyaç duymak bir yana, Romalılar düşen doğum oranı ve azalan nüfuslarına kafayı takmışlardı. Antik Yunan’da olduğu gibi Roma’da da geniş ailelere nadiren rastlanırdı. Bunun bir sebebi yüksek orandaki bebek ölümleri olsa da, aşırı miktarlarda alkol tüketiminin, borulardan ve pişirme kaplarından emilen kurşunun ve sıcak hamamlara yapılan günlük ziyaretlerin de muhtemelen payı vardı.
İmparator Augustus bu duruma dulların iki yıl, boşanmışların da on sekiz ay içinde tekrar evlenmesini emrederek çözüm getirmeye çalışmıştır. Mülk ve miras kanunları da evliliği cazip hale getirmek için değiştirilmiş, hayatta kalan üç çocuk yapan çiftlere maddi ödüller teklif edilmiş ve sınıflararası evlilik yasakları gevşetilmiştir. Ancak nafile; Roma nüfusu azalmaya devam etmiştir.
Güçle İmtihan
İstiyorum, emrediyorum. Bırakın da isteklerim, sebeplere üstün gelsin.
Juvenal
İyisiyle kötüsüyle, Antik Roma ‘güç, insanı bozar’ deyişinin somut bir örneğiydi. Birçok varlıklı Romalı’nın herhangi birine istediği herhangi bir şeyi yapma gücü vardı ve bu durum genellikle su-istimal edilirdi.
Plutarkhos, genç sevgilisinin eğlenmesi için bir yemek davetinde bir mahkumun kafasını kestiren Lucius Quintus adında bir Romalı’dan bahseder. Bu, izlediği ilk gladyatörlük müsabakasını, sırf Lucius’u görmek için kaçırmış olan genç sevgiliye özür mahiyetinde yapılmış bir jesttir. Ancak, yemekli davetlerde kelle uçurma kabul edilemez bir davranış olarak görülmüş ve Lucius Quintus Senato’dan atılmıştır.
En korkunç hikayelerden biriyse canını sıkan kölelere balık havuzundaki bofa balıklarını yedirten Vedius Pollio’nun hikayesidir. Bu ceza, Roma standartlarına göre bile fazla acımasız bulunmuş, hatta bir gün İmparator Augustus bir köleyi kurtarmak için araya girmiştir. Olay şöyle gerçekleşir: Bir gün Augustus, Vedius Pollio ile yemek yerken bir köle kristal bir bardak kırar. Korkudan tir tir titreyen hizmetçiyi kurtarmak için Augustus masadaki diğer kristal bardakları da kırmaya karar verir.
Vedius ölünce muhteşem villasının mirasçısı olan Augustus, zalim sahibinden bir hatıra olarak kalmaması için villayı yıktırır.
Et Kokarsa Tuzlarsın, Ya Tuz Kokarsa?
Birçok imparator duyarlılıkla hüküm sürmüştür, ancak yüksek statüleri kimisinin kendini tamamen kaybetmesine, hatta çoğunlukla delirmesine yol açmıştır.
Tiberius’un Golyan Balıkları
Büyük Plinius tarafından ‘insanların en hüzünlüsü’ olarak tanımlanan İmparator Tiberius, doğası gereği karanlık ve münzevi bir adamdı. Sevdiği kadın Vipsania’dan boşanmaya ikna edilen Tiberius, istemeden Augustus’un azgın ve çıkarcı kızı Julia’yla evlendirilmiştir.
Tiberius diğer Roma generalleri gibi sessizce kendi köşesine çekilse büyük ihtimalle daha mutlu olurdu. Ancak bunun yerine gücünün esiri oluyor ve giderek zavallılaşıyordu. Oğlunun ölümü ona son darbeyi vurmuş, hayatının geri kalanını ise yarı-emeklilik halinde Kapri Adası’nda sürdürmüştür.
Burada, kendisiyle birlikte su altında yüzerken cinsel organını balıklar gibi emen ve Golyan Balıkları adını verdiği bir grup genç oğlanı vardı. İmparatorluğun dört bir yanından getirilen kadın ve erkek köleler nimfalar ve satirler gibi giydirilir, Tiberius’u istediği her şekilde tatmin etmeleri için mağaralar ve ormandaki açık alanlara bırakılırdı. Tiberius’un üçlü seks ve pornografiye olan düşkünlüğü ve azgın gözlerine gözü değen herkesin onunla sevişmek istediğini düşünmesi Suetonius tarafından kaleme alınmıştır.
Hüküm sürdüğü dönem boyunca Tiberius imparatorluğu güçlendirmiş, devraldığından daha güçlü ve varlıklı bir hale getirmiştir. Tarih ise maalesef onun daha çok kişisel hayatının olumsuz yanlarına ve sapkın tercihlerine odaklanmıştır.
Tacitus, Tiberius’un ölüm haberinin kalabalık gruplarca kutlandığını yazmıştır. M.S. 37 yılında, yetmiş yedi yaşında, büyük ihtimalle doğal sebeplerden ölmüş olsa da, varisi Caligula ile Praetoria Muhafızlarının lideri Macro tarafından boğulduğu yönünde söylentiler de vardır.
Kaçık Bir Zorba
Tiberius’tan sonra tahtı yeğeni ve evlat edinilmiş torunu Caligula devralmıştır. Caligula kendi halinde hüküm sürmeye başlamış olsa da bir noktadan sonra bütün ılımlılık ve ahlak anlayışını kaybetmiş ve cani bir zorba haline gelmiştir.
Caligula hakkında elimize ulaşan nadir kaynaklardan biri de Suetonius’un, abartılı hikayeler anlattığı On İki Sezar’ıdır. Ancak Caligula’nın Tiberus’un zenginliğini çarçur ettiği ve imparator olarak sınır tanımaksızın güç gösterilerinde bulunduğu aşikardır. Hiçbir iyi özelliği olmadığı gibi fiziksel olarak da hiç çekici değildir. Seneca onu uzun, soluk tenli ve ince, çukur gözlü, zayıf çeneli, giderek kelleşen, kıllı bir adam olarak tasvir etmiştir. Onu birdenbire bilinçsiz bırakan bir hastalıktan muzdariptir; bir de uyuduğunda tuhaf sanrılar gördüren bir uykusuzluk hastalığı çekmektedir.
Caligula’nın deliliği birçok farklı hikayede anlatılır. En sevdiği at olan Incitatus’u Senato’da üye olarak oturtmaya çalışmış, sokaktaki büstleri kendi büstüyle değiştirtmiş, İngiltere’ye sefere gitmeyi planlarken –hatta birliklerine orada deniz kabuğu toplamayı emredecek kadar inanmıştır bu fikre– Manş Denizi’nden öteye geçememiştir. Herkesin kaderini belirleyen vahşi bir despot olarak namını kanıtlarcasına kölelere işkence etmiş, rastgele ölüm fermanları vermiş (özellikle de kel kafasına bakan herhangi birine) ve de mahkumlar yeterli gelmeyince seyircileri aslanlara yem etmiştir. Suetonius’a göre, Caligula üç kız kardeşiyle düzenli olarak ensest ilişkiye girmiş, hatta eski bir konsül ile evli olan Drusilla adındaki kız kardeşiyle ayan beyan, sanki karısıymış gibi yaşamıştır. Drusilla’nın ölümü onu öyle bir hüzne boğmuştur ki genel yas döneminde hamama gitmek ya da aileyle yemek yemek de dahil olmak üzere herhangi bir mutluluk belirtisininin ölüm cezası sebebi olduğunu ilan etmiştir. Sonraları halk önünde ant içerken kız kardeşinin tanrısallığı üzerine yemin etmiştir.
Biseksüelliğini açık açık yaşayan Caligula’nın yemek davetlerinde davetlilerinin karılarını incelemek ve içlerinden istediği birini seçerek cinsel performanslarını ölçmek gibi bir eğlencesi vardı. Yirmi dokuz yaşında, henüz tahttaki dördüncü senesini doldurmadan arkadaşları tarafından öldürülmesi belki de şaşırtıcı değildir.
Caligula’nın, Julio-Claudian hanedanının[6 - Julio-Claudian hanedanı, ilk beş Roma imparatoru Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius ve Nero için kullanılan bir ifadedir. (e.n.)] M.S. 68 yılında devrilmesine doğru giden süreci başlatan imparator olduğu rivayet edilir.
Roma Yanarken
Nero, Julio-Claudian hanedanının son imparatoruydu ve zorbalığa Caligula’nın bıraktığı yerden devam ediyordu. Cani bir hükümdar olan Nero, annesi Agrippina ve üvey kardeşi Britannicus dahil sayısızca idam ve zehirlemeden bizzat sorumludur. On dört yıl hüküm sürmüştü ve Roma’nın çoğu M.S. 64’te yanıp kül olduğunda imparatorluğunu sürdürüyordu. Birçok Romalı Nero’nun büyük sarayına yer açabilmek için yangını kendisinin başlattığını düşünüyordu. Şehir yanarken keman çalıp ‘Truva’nın Düşüşü’ şarkısını söylediği günümüze kadar gelmiş bir söylenti olsa da büyük ihtimalle doğru değildir.
Atalarının birçoğu gibi, Nero’nun da sapkın cinsel arzuları olduğu söylenir. Suetonius onu vahşi hayvan postları giyip, kazığa bağlanmış mahkumların cinsel organlarını tırmalayan bir adam olarak betimlemiştir. Ayrıca Nero’nun annesiyle ilgili bir takıntısı olduğunu da söylemiştir. En tuhafıysa Nero’nun M.S. 67 yılında Sporus isimli azad edilmiş, hadım ettirdiği bir köleyle evlenmiş olmasıdır. Sporus, Nero’nun iki yıl önce ölmüş olan karısı Poppaea Sabina’ya çok benzemektedir. Nero, karısının ölümünden öylesine etkilenmiştir ki, ölüsünün yakılmasına izin vermemiştir. Bunun yerine vücudunu mumyalatmış ve Augustus Türbesi’ne kaldırtmıştır.
Nero M.S. 68 yılında, Senato’nun onu öldürmek için asker gönderdiğini anlayınca intihar etmiştir.
Nero ve Agrippina
YATAKLAR, PEZEVENKLER, OZANLAR
Tanrım, bana iffet ve haysiyet ver – ama henüz erken.
Aziz Augustinus
(Hıristiyanlığa dönmeden önce)
Ortaçağ gelirken beraberinde kurallar ve kısıtlamaları da getirdi. Seks, her şeyin makbul olduğu klasik dönemde gayet ölçüsüzce yapılabilirken, Ortaçağ’da ahlaksız bir davranış haline geldi. Bu durumun sorumlularından biri de Aziz Augustinus’tu. Hedonist ve keyfine düşkün bir gençlik geçirdikten sonra Augustinus, M.S. 387’de Hıristiyanlığa geçmiş en etkili ilahiyatçılardan biri olmuştur. Yazdıklarıyla Batı Hıristiyanlığı ve felsefesinin geleceğini etkilemiş, her şeyden öte ‘ilk günah’ kavramını ortaya atmıştır. Katı kurallarıyla adeta dinin kaderini belirlemiştir. Büyük bir çağın sonunda temelleri atılan bu kurallar, bir sonraki çağın doğuşunda belirleyici rol üstlenmiştir. İnsanlar suçluluğu ve suçluluktan zevk almayı öğrenmiştir.
Aziz Augustinus’un en temel görüşü seksin sadece evlilik içinde kabul edilebildiğiydi ve üremek için, zevk almaksızın yapılması gerektiğiydi. Mastürbasyon, oral ya da anal seks, ön sevişme ve misyoner pozisyonu hariç herhangi bir pozisyon yasaktı. Birçok rahibin neyin günah olup neyin olmadığını, hangi uygulamalardan uzak durulması gerektiğini uzun ve gerçekten tuhaf listelerle belirlemiş olması, ya pek az insanın bu kurallara uyduğunu, ya da yazarların çılgın bir hayalgücü olduğunu gösterir. Eğer zevk bir günahsa, çoğunluk günahkardı.
Zaruri Günah
Ortaçağ’da Kilise aslında göründüğünden çok daha çıkarcıydı ve gerçekte olup bitenlere sıklıkla göz yumardı. Mesela fuhuş cezalandırılabilir bir suç olmasına rağmen, zaruri bir günah olarak sayılıp es geçilirdi.
Aziz Augustinus ‘Toplumdan fahişeleri yok ederseniz her şeyi şehvetle kirletmiş olursunuz.’ demiştir. Aziz Thomas da bu görüşe katılmış ve şu benzetmeyi yapmıştır: ‘Kentlerdeki fuhuş, saraydaki lağım çukuruna benzer; lağım çukurunu kaldırırsanız, saray, pis bir yer haline gelir… Fahişeleri yok ederseniz dünyayı sodomiyle[7 - Sodomi, bir kadın, bir erkek ya da bir hayvanla anal seks yapmak. (e.n.)] doldurursunuz.” (O zamanlar anal seks, hayvanlarla cinsel ilişki ya da genel ahlaksızlığın herhangi bir türü ‘sodomi’ sayılıyordu.)
Fahişeler olmazsa ‘saygın’ eş ve kızların tehlike altında kalacağına dair genel bir korku vardı. On üçüncü yüzyıl Fransa’sında inançlı Kral IX. Louis genelevleri kapatmaya çalıştığında, halk Paris sokaklarının artık güvenli olmadığı gerekçesiyle sokaklara dökülmüştü. Venedik’teyse fahişelerin toplumun neredeyse yüzde dördünü oluşturduğu söyleniyordu.
Kilise’nin cinsel suçlar listesinde zina, ensest ve eşcinselliğe kıyasla fuhuş daha önemsiz bir günahtı. Doğum kontrol yöntemleriyse listede üst sıralarda yer alıyordu. Kadınlar kolayca kandırılabildikleri gerekçesiyle tamamen suçlu bulunmuyor ve Magadalalı Meryem’in hikayesini de örnek göstererek kendilerini affettirebiliyorlardı.
Londra’nın Kerhaneleri
İngiltere’de fuhuşun kilise tarafından önlenemeyişi, devlet tarafından kabullenilmesinin yolunu açmıştır. Londra’da adı halk arasında ‘stews’ (kerhane) olarak geçen birtakım hususi genelevler ve Roma’dakilere benzer hamamlar bulunurdu. 1161’de Kral II. Henry, bir genelev mahallesi kurulmasının yolunu açan ve genelevleri gelecek dört yüzyıl boyunca Winchester Piskoposu’nun yönetimi altına sokan Southwark Kerhane İşletmecileri İdaresi Fermanı’nı yayınlatmıştı.
İdare altına alınmış genelevler Southwark’ın icra memurları ve diğer yetkilileri tarafından senede dört kere teftiş edilirdi. Henry’nin fermanı, kerhaneleri eğlenmek için gidilen herhangi bir mekan gibi kabul etmiş ve esas olarak kerhane sahiplerinin çalışan kızlardan kira haricinde başka bir kazanç sağlamamasını ve diğerlerini fuhuşa sürüklememesini hedeflemiştir.
Kurallar
Kızların istedikleri zaman burada çalışmaya başlayıp istedikleri zaman ayrılmalarına izin verilirdi. Kerhane sahiplerinin onlarla iletişime girmemeleri ve daha sonra baskı altına alabilmelerini engellemek için katiyen borç para vermemeleri gerekirdi. Bu kerhaneler aslına bakılırsa daha çok misafirhane gibi kullanılan, yiyecek, içecek ve alkol de satılamadığı için pek de canlı olmayan mekanlardı.
Parlamento oturum halindeyken çalışan fahişeler cezalandırılırdı. Bu uygulamanın, vekillerin Bankside’daki genelevlerden çıkamayıp Westminster’daki oturuma katılmamalarını engellemek için olup olmadığı yoruma açıktır.
Taş atan ve yoldan geçenlere dil çıkaranların para cezası alması gibi tuhaf kurallar da konmuştu. Bahsedilen miktarlar oldukça küçüktü, ancak mahkeme kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla bu tür suçlar sıklıkla işleniyordu. Ayrıca bu kadınların normal ev kadınlarından ayırdedilebilmeleri için önlük giymeleri yasaklanmıştı.
Fahişelerin son müşterileriyle tüm geceyi geçirmek gibi bir zorunlulukları vardı. Bu kuralın ve kerhane işletmecilerinin kendi tekneleri olamaması gibi yasakların nehir trafiğinin geceleri izinsiz olarak akmasını önlemek için konulduğu düşünülmektedir.
II. Henry
Gün geldi, Henry, Fransa’daki askeri çıkarmaları için paraya ihtiyaç duydu. Bütün Avrupa ülkeleri ‘putage’ adı verilen, fahişelere uygulanan bir tür vergi topluyordu, ancak bu vergi İngiltere’de tutmayacağı için kurnaz kral, Winchester Piskoposu’na ‘dini ıslah’ı sağlaması karşılığında Southwark’taki kraliyet arsasından on altı parça mülk vermişti. Gerekli kanunu yasayamayan Piskopos krala başvurunca Henry memnuniyetle aracı olmuş ve gayrımeşru yollardan elde edilen bir vergi haline gelen cezalar toplamaya başlamıştı.
Düşük miktarda birçok ceza uydurulmuş, yüksek para cezaları da fahişelerdense daha çok kerhane patronlarına uygulanmıştır.
Utanç Tıraşı
14. Yüzyıl’da, pezevenklikle suçlanan birinin sakalı ve saçı beş santimlik bir perçem haricinde tıraş edilirdi. Suçlu şehrin büyükleri ya da belediye başkanı tarafından belirlenen bir süre boyunca halkın önünde teşhir edilirdi. Olaya herkesin tanıklık edebilmesi içinse yolda suçluya neşeli halk ozanlarından oluşan bir bando eşlik ederdi.
Mamalar ve kadın tellalları da aynı şekilde cezalandırılır, saçları bir kase şeklinde kesilirdi. Hapishaneden ceza yerine kadar ozanların şarkıları eşliğinde geçirdikleri yolculukları yine aynı şekilde halka açık ve gürültülü patırtılıydı.
Cock[8 - Argoda ‘yarrak’ anlamında. (e.n.)] Yolu ve Diğer Sokaklar
Cock Yolu’ndaki Altın Oğlan heykeli Büyük Londra Yangını’nın bittiği noktayı belirler
Bankside (Thames Nehri kıyısı) bölgesindeki genelevlerin sayısını kısıtlama çabalarına rağmen, Londra’nın birçok semtinde ve diğer şehirlerde fuhuş oranı artmıştı. Sokak isimleri buna şahittir, zira ortaçağ sokaklarının çoğu buralarda yapılan ticarete istinaden adlandırılmıştır.
13. Yüzyıl sonlarında çoğu şehirde rastlanan Grope-cunt (Am elleyen) Geçidi, Cock’s Lane’de (Yarrak Yolu), Codpiece Lane (Apışarası Yolu) ya da Maiden Lane (Kız Yolu) gibi bölgelerde neler döndüğünü tahmin etmek çok da zor değildir. Elbette bu yerlere verilen isimler parlak zeka ürünüdür. Bazı şehirlerdeki Gropecunt Geçidi daha sonradan Grape Lane (Üzüm Geçidi) olarak yeniden adlandırılmış, Londra’da ise bugün birçok yayınevi ve gazeteye ev sahipliği yapan Grub Street (Grub Sokağı) olmuştur; Cock’s Lane ise çoğunlukla Cook’s Lane diye değiştirilmiştir. Paris’te de cüretkarlıkta Londra’yla aşık atan Rue Trousse Puteyne (Fahişenin Yarığı Sokağı) ve şimdi Rue de Pélécan adıyla anılan Rue du Poil au Con (Am Kılı Sokağı) gibi sokak isimlerine rastlanmıştır.
Bakire Gibi
Dönemin ilahiyatçıları, günah çıkaranları dinleyen rahiplere kılavuzluk etmesi amacıyla bir dizi pişmanlık ilahisi oluşturmuştu. Bu, esasen basit bir günah çıkarmak ve affedilmek için uygulanması vacip olan cezaların listesiydi. Ortaçağ’ın başlarında genel olarak birkaç gün dua ederek ve oruç tutarak ceza çekilmiş olurdu, ancak günahın ağırlığına göre bu ceza, seneler boyunca kutsal günlerde oruç tutulmasını gerektirebilirdi. Örneğin karısıyla bir pazar günü seks yapan bir adam dört gün boyunca sadece su ve ekmekle beslenmek zorundaydı. Sonraları, işlenen günahlar için af, yahut ‘endüljans’ (müsamaha) kağıdı, seyyar Afçılardan (Pardoner) ya da diğer kilise adamlarından satın alınabilir hale geldi, böylelikle günah ve affın yükü de midenin üzerinden kalkmış oldu.
Bu katı ‘arkana yaslan ve İngiltere’yi düşün’ mesajı Ortaçağ doktorlarının görüşlerine pek de uymuyordu. Siz kadın orgazmını 1960’ların cinsel devriminin bir bulgusu sanadurun, Ortaçağ’da döllenmenin hem kadın hem erkek orgazma ulaşmadan imkansız olduğuna inanılır, ancak bunun için gereken koşulların yoldan çıkarıcı olduğu düşünülürdü.
Ta M.Ö. 4. Yüzyıl’da bile, Hipokrat ve Galen gibi klasik çağ doktorları, orgazm olan kadınların erkekler gibi meni ürettiği ve kadının hamile kalması için her iki tür meninin de gerekli olduğu kanısındaydılar. 11. Yüzyılda İbn-i Sina’dan ve 13. Yüzyıl’da Albertus Magnus’tan kalma yazılar onların da bu konuda hemfikir olduğunu gösterir. Aslına bakılırsa, bu kanı Victoria çağındaki anatomi çalışmaları tarafından çürütülünceye kadar sürmüştür.
İdeal olan elbette ki uygun davranışlarla kur yapılan ve babasının rızasıyla alınan bakire bir gelindi. Bu oldukça ciddiye alınan bir konuydu, zira söz konusu olan sadece namus değil, aynı zamanda kaybedilebilecek bir başlık parasıydı.
Yine klasik dönem doktorlarını takiben İbn-i Sina ve (1931 yılında aziz ilan edilen) Albertus Magnus ayrıntılarıyla ‘bekaret ve kaybının belirtileri’ni sıralamış, böylelikle bekaretini ‘tamir ettirmek’ isteyen kişilere kılavuzluk etmişlerdir.
Astrenjan çözeltileri şırınga yordamıyla zerk etmenin, vajinal bölgeyi bütün şüpheleri yok edecek derecede sıkılaştıracağı söylenirdi. Kanama belirtilerini taklit etmek içinse kana bulanmış ufak bir sünger parçası ya da kanla doldurulmuş balık mesanesinin vajinanın içine yerleştirilmesi önerilirdi.
Başına Buyruk Kadınlar
1066’da İngiltere’ye yapılan Norman İşgali’nden sonra, Fatih William ve şövalyeleri, hakimiyetlerini sürdürmek ve çıkabilecek herhangi bir ayaklanmayı durdurmak için savaşmaya devam ediyorlardı. Normandiya’da bıraktıkları karılarıysa evlerinin rahatlığından yoksun bu vasat ama iş görür ülkeye gitmek için kanalı geçmeyi göze almıyor, yine de kocalarının fiziksel yakınlığını özlüyorlardı. Birçoğu, kocaları derhal eve gelmezse yataklarına bir sevgili almak zorunda kalacaklarına dair kesin koşullar koyan tehditler göndermişti.
William ödül olarak toprak ve unvan vaat ederek ordusunu İngiltere’de tutmaya çalışmıştır. Bir kısmı kalmış, ancak çoğu gitmiştir. Bunların arasında, Hastings Kalesi’ni bırakan Onfroy du Tilleul ve Winchester valiliğini feda eden kayınbiraderi Hugh de Grandmesnil de vardır. Ne onlar ne de varisleri arkalarında bıraktıkları toprakları ya da unvanları geri kazanabilmiştir.
Ordugah Takipçileri
1096’da Papa II. Urban, Kudüs’ü geri almak için Birinci Haçlı Seferi’ni ilan ettiğinde, kadınlar yolculuk ve zorlu yaşam koşullarına daha sıcak bakmıştır. Birçoğu Haçlılara aşçı, çamaşırcı, temizlikçi ve bilhassa fahişe olarak katılmıştır. Seyyah olarak katılan birçok kadın birilerine muamele çekmenin kendilerini bu uzun yolculukta geçindirmek için en iyi yol olduğunu düşünmüştür. Belki de Haçlıları, kafirlere karşı giriştikleri bu kutsal savaşta desteklemeyi kendilerine bir görev bilmişlerdir; yol üzerinde meslek değiştirmeye karar verenlerin birçoğu elbette ki yolculuğun başında topluluğa rahibe olarak katılmış olanlardır.
Kral I. Richard, ya da diğer adıyla Arslan Yürekli Rişar, birliklerini savaş boyunca hedefe kitlenmeye zorlamış ve kadınlara çok fazla para döktükleri için askerlerine kızmıştır. Birinci Haçlı Seferi’nin sonuna doğru, Papa II. Clement kadınları, özellikle çekici genç kadınları orduya eşlik etmekten alıkoyan bir kararname yayınlamıştır.
Bu sırada, evde tek başına bırakılmış kadınlar da Kilise için başka bir ahlaki ikilem arz ediyordu. Bu durumun vahameti anlaşılır anlaşılmaz Papa II. Urban Haçlıların yolculuğa çıkmasından kısa bir süre sonra bir mektup yazmış, evli erkeklere Kutsal Topraklara gitmeden karılarının rızasını almalarını tavsiye etmiştir.
Zorla Bekaret
Metalden bir bekaret kemeri
Ortaçağ mizahının ve alayının merkezinde olan bekaret kemerleri ilk defa 14. Yüzyıl’da, Floransa kuşağı adıyla çıkmıştır. Oysaki bu kemerlerin İtalya’da icat edildiği şüphelidir; aslında bu frenginin İngiltere’de Fransız hastalığı, Fransa’da İngiliz hastalığı olarak bilinmesi hikayesine benzer. Kemerlerin yedek anahtarlarına dair şakalar da aynı zamanlarda çıkmıştır. 1930’lara kadar tıbbi cihazlar kataloglarında bekaret kemerleri de yerlerini almıştır.
13. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren, günümüze kadar gelmiş dava kayıtlarının gittikçe artan bir kısmı seks ve evlilik, zina, aldatma ve fuhuşla ilgilidir. Davaların yüzde altmışı ile doksanı, takip eden üç yüzyıl boyunca bu konuların çevresinde dönmeye devam etmiştir. Cezalar çeşitlidir, ancak çoğu zaman toplum içinde aşağılanma ve dayak yemeye başvurulmuş, kadınlaraysa kimi zaman fakirlere sadaka verme yahut kutsal yolculuğa çıkma cezası verilmiştir. Bu, suçluya günahları üzerinde düşünmek için bir süre tanımaya benzese de, esasen aynı suçun daha sıklıkla işlenmesine fırsat vermiştir.
Ölmeden Önce Mürevvet
Arzuları söndürmek bir yana, veba salgını ve özellikle 1347-51 arası nüfusun üçte birinin canını alan ve Avrupa’yı mahveden Büyük Veba Salgını (Kara Ölüm), ateşe adeta körükle gitmiştir. Bir çıkarcılık ruhu halkı sarıp sarmalamış ve hastalığı daha fazla yayacak olmasına rağmen meyhaneler ve genelevler daha da çok insanla dolup taşmıştı.
Ticaret canlanmıştı, zira birçok insan cinsel birleşmenin, özellikle bir fahişeyle seks yapmanın kişiyi hastalıktan koruduğuna inanıyordu. Ayrıca dul kadınlarla ve ölmeden önce mürüvvetlerini görmek isteyen kimselerle yangından mal kaçırır gibi evlenmek de revaçtaydı.
Saray Aşkları
Genelevler ve pezevenklerle birlikte, artık yaygınlığını kaybeden ‘saray aşkı’ kavramı da giderek gelişiyordu. Ortaçağ’ın başlarında, kadınlar baştan çıkarıcı addedilir, insanlığın cennetten kovuluşunun sebebi Havva Ana sayılırdı. Ancak seyyahlar ve Haçlılar, Bizans’tan dönerken, insanla Tanrı’nın aracısı olan, kadınlık ve cinsellik bakımından en üstün seviyedeki, annelerin en yücesi Meryem Ana’ya bağlılık geleneğini de beraberlerinde getirmişlerdir.
Bu gelenek, saray aşkalarının yahut ince ruhlu bir aşk idealinin, Güney Fransa ozanlarının şiir ve şarkılarına girmesine yol açmıştır. 1100 ile 1350 arasında değişik saraylara bağlı ozanlar türemiştir. 12. Yüzyıl’dan önce aşk edebiyatına dair bir gelenek olmasa da İspanya ve Sicilya’ya giden ziyaretçiler burada duydukları Arapça aşk şiirleri ve felsefesinden etkilenmeye başlamışlardır.
‘Soylulaştıran aşk’ teması Poitiers Kontu ve Aquitaine Dükü Guilhem’in şiirlerinde görülmeye başlamış, bu gelenek daha sonra Guilhem’in torunu Aquitaine’li Eleanor gibi güçlü asiller tarafından da sürdürülmüştür. Eleanor ve kızı Champagne’li Marie 12. Yüzyıl’ın sonunda Poitiers kentinde, kadınlar tarafından idare edilen bir saray kurmuşlardır. Saraylılara nasıl davranacaklarını öğreten, Marie’nin papazı Andreas Capellanus tarafından konulan bir kurallar dizisi yayınlatmışlardır. Saray aşkı ulaşılamaz, idealize edilmiş bir kadın için duyulan şehvani bir aşktır; ancak özünde saftır, dolayısıyla fiziksel birleşmeyi yasaklar; arzuyu kıvılcımlandıran bütün endişeler, tutkular ve kıskançlık fiziksel bir boşalmaya ulaşamaz. En azından teoride böyleydi. Bu kurallar, Kilise’nin yetkisinin ceza vermeye daha elverişli olduğu Kuzey Avrupa’da daha fazla uygulanıyor olmalıydı. Güneyin sıcak iklimleriyle birlikte çiftlerin yanına daha çok şey kâr kalıyordu.
Sadık Bir Şövalyenin Öyküsü
Ulric von Liechtenstein
Ulric von Liechtenstein şövalyelik kavramının somut bir örneğidir. 13. Yüzyıl’da günümüzün Avusturya’sında olan Styria Dükalığı’ndan gelen soylu bir şövalye olan von Liechtenstein, şövalyelerin ve asillerin nasıl daha erdemli bir hayat sürebileceği hakkında bolca yazmıştır. Daha çok namuslu bir saray aşkı çerçevesinde evli soylu kadınlara verdiği onur hizmetlerini anlatan, otobiyografik bir şiir seçkisi olan Service of Ladies (Hanımlara Hizmet) eseri ile tanınır.
Tanrıça Venüs kostümü giyip Venedik’ten Viyana’ya seyahat etmiştir. Süslü elbiseler giyip, kurdeleler ve mücevherler takınarak diğer şövalyelerle seçtiği kadın uğruna atışmış, 307 mızrak dövüşü kazanmış ve bütün rakiplerini yenmiştir. Âşık olduğu kadın, saray aşkına yaraşır bir şekilde onu küçümsemeye devam etmiş, daha fazla başarı ve hatta kan görmek istemiştir. Bunun üstüne Liechtenstein âşık olduğu kadına altın kancalı kadife bir kutu içinde serçe parmağını sunmuştur. Her nedense, bu davranış da etkileyici olmamıştır. Şövalyemiz bunun üzerine daha erkeksi olan Kral Arthur kılığına girip ikinci yolculuğuna çıkmış, ülkeyi baştan sona gezerek turnuvalara katılmıştır.
Ozan’dan Masallar
Bath’lı Kadın
Gutenberg 1440 civarında matbaayı icat ettiği zamanlarda, halkın en fazla üçte biri okuma yazma biliyordu. O zamana kadar, kitaplar büyük bir zahmetle elle kopyalanıyordu. Zamanın yazarlarının günümüze az sayılarda ulaşan kurgusal eserlerinden insanların nasıl olduğuna dair değerli bilgiler ediniyoruz. O dönemin insanlarını gözlemlemek için en iyi kitaplardan biriyse Chaucer’in Canterbury Masallarıdır. Chaucer önce Kral III. Edward, sonra II. Richard için çalışan bir bürokrat, diplomat ve saraylı olarak çıktığı yolculuklarda tanıştığı gerçek insanların hikayelerinden esinlenmiştir. Hacılarının anlattığı hikayeler kimi zaman da bütün Avrupa’da bilinen hikayelerden alınmıştır; neredeyse her hikaye bir öğütle biter.
Chaucer’in hacıları her yaştan ve her kesimden gelir ve farklı sebeplerle yolculuk ediyor olurlar; çoğunlukla da ruhani ya da dini bir tutkuyla alakası olmayan sebeplerle. Yolculuklarına oldukça müphem bir bölge olan Southwark’taki Tabard Hanı’nda başlamaları pek anlamlıdır. Bu grubun içinde, günün din adamlarının genel tutumunu temsil eden birtakım kilise rahibleri de vardır.
Rahibe olan Madame Eglantyne, nazenin ve oldukça seviyeli biri olarak anlatılır. Fransızca bilir, ancak bu dili Londra’nın doğusundaki Stratford Atte Bowe okulunda öğrenmiştir, dolayısıyla Paris Fransızcası hakkında bir fikri yoktur. Chaucer onu ‘duygusal ve yumuşak kalpli’ olarak anlatır, ancak bu iyi yanı sadece şımarık küçük köpeklerine yarar. Ayrıca üzerinde taç giydirilmiş bir ‘A’ harfi olan, Amor vincit omnia -Aşk her şeyin üstadıdır- deyişinin işlenmiş olduğu altından bir broş takması, onun gizli bir âşığı olduğuna işaret eder. Rahipse şişman ve al yanaklıdır, hevesli bir avcıdır, dünyaya modern bir gözle bakar ve avcıların din adamı olamayacağı ya da bir rahibin odasında tek başına fazla vakit geçirmemesi gerektiği gibi düşünceleri umursamaz.
En çok göze çarpan iki karakterse Mübaşir ile Affedici’dir. Mübaşirin işi dinsizleri kilise mahkemelerinin önüne çıkarmaktır ve bu mesleği yapanlar yolsuzluklarıyla tanınır. Chaucer’in Mübaşir’i de istisna değildir ve çıbanlı, sivilceli, gri suratlı, ‘bir karga gibi azgın ve çapkın’, sarımsak ve soğan seven, aşağılık bir insan olarak betimlenmiştir. Çocukların korkulu rüyası olmasına şaşmamak gerek. Chaucer, Mübaşir’in Papa’nın sözde endüljans kağıtlarını satan nahoş Affedici’ye âşık olduğunu açık açık yazar. Affedici ise püskül püskül sarı saçları, tüysüz çenesi ve ince sesiyle öyle bir erkeklik müsveddesidir ki Chaucer onu hadım edilmiş bir beygire benzetir.
Tabii bir de ‘gençlikteki diğer hoş arkadaşları’ ile münasebetleri haricinde beş kere evlenmiş olan Bath’lı kadın vardır; kendisi ayrıca Kudüs’e Haçlılarla seyahat etmiş, buradaki bütün kötü davranışlardan da nasibini almıştır. Dulluğu ona büyük bir özgürlük sağlamıştır, dolayısıyla hikayesi kadınların denetim altında tutulmasıyla ilgilidir. Canterbury’e olan yolculuğunda da kuvvetle muhtemel altıncı kocasını bulmaya çalışıyordur.
Peki ya Chaucer? III. Edward’ın kraliçesi Hainault’lu Philippa’ya hizmet eden Philippa de Roet ile evliydi. Birkaç çocukları vardı ancak bildiğimiz kadarıyla Chaucer ona hiç şiir yazmamıştı. Saraylı aşkının erişilmez nesnesi, büyük ihtimalle Chaucer’in ilk koruyucusu olan Gaunt’lu John’un birinci eşi Lancaster’li Blanche idi. The Book of the Duchess (Düşesin Kitabı), ölümü üzerine Blanche’in şerefine yazılmıştır.
Bir Rönesans Pornocusu
1492’de Arezzo’da doğan Pietro Aretino, zekice izlenimler içeren satirik yazıları ve şiirleriyle dikkate değer bir zenginliğe ve güce ulaşmıştır. Raimondi’nin erotik oymalarındaki on altı pozisyonu anlatan ‘Şehvet Soneleri’ ile toplumsal skandal yarattığı gerekçesiyle Roma’dan sürülmüştür. Bu, pornografik bir metinle görüntünün birleştirildiği eserlere ilk örnektir ve günümüze kadar ulaşmış bir iki parça bugün British Museum’da sergilenmektedir.
Aretino’nun edebi dalkavukluğu ile şantajcılığı Venedik’te Büyük Kanal’ın üstünde birçok erkek ve kadınla paylaştığı bir konakta kalmasını sağlamıştır. Zevk-ü sefa içinde yaşamış, zevk-ü sefa içinde ölmüştür. Kız kardeşinin anlattığı edepsiz bir fıkraya o kadar gülmüştür ki, son nefesini kimine göre nefessiz kalarak, kimine göreyse sandalyesinden düşüp kafasını kırarak vermiştir.
Aretino, konu cinsel partnerlere gelince erkeklerle kadınlar arasında pek ayrım yapmayan tek kişi değildi. Uygulamaya gelince halk birçok şeye göz yumsa da aslında katı kurallar geçerliydi. Floransalılar 1415’te genç erkekleri eşcinsellikten uzaklaştırmak için heteroseksüel devlet genelevleri kurmuş, Venedik Dükü ise kadınların erkeklerin arzusunu uyandırmak için mümkün olduğunca açık saçık giyinmesini emreden bir bildiri yayınlamıştır.
Bu sırada Fransa’da bu tür ilişkilere ‘İtalyan tarzı’ deniyor ve iş üstünde yakalanıp suçlu bulunan herhangi bir kişi idam cezasına çarptırılabiliyordu.
ERMİŞLER VE GÜNAHKARLAR
Gerçektan ahlaklı biri doğal olanda suç bulmaz.
Richard Carlile
Büyük erdemlerin ne olduğu konusu tartışmalı olsa da, Papa I. Gregorius listeyi 6. Yüzyıl’ın sonunda elden geçirdikten sonra Yedi Ölümcül Günah’ın ne olduğuna dair şüphe kalmamıştır: öfke, açgözlülük, oburluk, tembellik, kibir, şehvet düşkünlüğü ve kıskançlık.
Böylelikle 14. Yüzyıl’ın başından itibaren yazarlar, sanatçılar ve genel olarak insanlar günah kavramını takıntı haline getirmişlerdi. Belki de Büyük Veba Salgını’nın getirdiği yıkıma tanıklık edip, ‘ye, iç ve mutlu ol, çünkü yarın öleceğiz’ sözlerinden de ilham alıp, Yedi Ölümcül Günah’a resimlerde ve edebiyatta sıklıkla yer vermişlerdi. Dante de Inferno’sunda bu günahlardan bahsetmişti. Aziz Thomas Aquinas ise günahları tek tek, uzun uzun ele almıştı.
Yedi Ölümcül Günah’ın her birine tekabül eden bir erdem olduğu gibi, her günahkar için -en azından kuramsal olarak- bir de ermiş bulunurdu. Yine de bu iki tür insanı ayıran çizgi oldukça inceydi…
Kutsal Papa
Papa I. Gregorius, M.S. 604’te öldükten kısa bir süre sonra aziz ilan edilmiş ve Büyük Aziz Gregory olarak tanınmıştır. Kendisinden genel olarak ‘Hıristiyan İbadetinin Öncüsü’ olarak bahsedilen bu adam, Roma Katolik ibadetlerini gözden geçirip düzeltmiştir. Bin yıl sonra, 16. Yüzyıl’da, papa karşıtı Protestan reformcu John Calvin bile Gregorius’un son iyi papa olduğunu söylemiştir.
Gregorius’a atfedilen Gregoryen ilahisini bestelediği iddiası pek olasılıklı değildir; ancak Gregorius müzisyenlerin, şarkıcıların, öğrenci ve öğretmenlerin koruyucu azizidir.
Kıldan Gömlek
Ortaçağ’ın ermişleri, ruhla iletişime geçmek için bedenin acı çekmesi fikrini pek benimsemişlerdi. Yapağıdan gömlekler -ya da esas adıyla ‘cilice’ler- keçi kılı yahut başka hayvanların işlenmemiş tüylerinden yapılır ve zarar vermesi için çıplak tenin üzerine giyilirdi. Bu sürekli rahatsızlığın gömleği giyeni ahlaki bir farkındalık içinde tuttuğu düşünülürdü. Bu kıldan gömlekleri daha da rahatsız edici hale getirmek için bazen ince telden kancalar ya da şeritler de eklenirdi.
İrlandalı Aziz Patrick’in her gün bu gömleklerden giydiği söylenirdi ve Thomas Becket, ya da sonraki ismiyle Aziz Thomas, 29 Aralık 1170’de Canterbury Katedrali’nde öldürüldüğü zaman üzerinde bu gömlekten vardı. O zamandan günümüze kalan kayıtlara göre gömülmeye hazırlanırken soğuk kış havasına maruz kalması yapağıdan gömleğindeki pireleri canlandırmış, öyle ki ‘içten içe kaynayan bir kazandaki suyun fokurdaması gibi pireler bütün gömleğin yüzeyini sarmıştır’.
Yapağıdan gömlekler sadece bir aziz kıyafeti olmamıştır. Vakanüvisler birçok prensin ve hatta imparatorun da bu gömleklerden giydiğini yazmıştır. Şüphesiz ki hikayeleri tarihe geçmemiş genel halktan da birçok kişi sırtında yapağıdan gömlek taşımıştır.
İmaparator Şarlman 9. Yüzyıl’ın başlarında bu gömleklerden biriyle gömülmüş ve 1077’de Kutsal Roma İmparatoru IV. Heinrich de, yetkisini sorguladığı Papa VII. Gregorius’tan özür dilemek amacıyla Canossa’ya kadar süren 725 kilometrelik yürüyüşü boyunca bu gömleği sırtında taşımıştır. Gaunt’lu John’un torunu Portekiz Prensi Gemici Henrique 1460’ta öldüğünde bu gömleklerden giyiyordu ve vakanüvis Malmesbury’li William da İmparatoriçe Matilda’nın annesi, İngiltere Kralı II. Henry’nin anneannesi olan Matilda’nın kraliyet elbiselerinin altına genelde yapağıdan bir gömlek giydiğinden bahseder. Ayrıca Matilda’nın Büyük Perhiz döneminde kilisede yalınayak yürüdüğünü ve hastalıklı insanların ayaklarını yıkadığını da yazar.
Ortaçağ Kırbaççıları
Kendilerini kırbaçlayan dindarlar
Yapağıdan gömleklerin verdiği rahatsızlık kırbaççılara yeterli gelmiyordu. Tövbeler ve dualar da. O yüzden bu sofular vücudu rahatsız etme işini bir adım ileriye taşımışlardı. Şevke gelen pek çok kırbaççı kendilerini sokağa atmış, isterik bir kriz içinde kendilerini kırbaçlayıp çamurda secdeye yatmıştır. Bu olaya, ilk defa 1259’da hasat kıtlığı ve açlık döneminin ardından İtalya’nın Umbria bölgesinin Perugia şehrinde tanık olunmuştur.
Bu, özellikle veba salgını ve diğer doğal felaketlerden sonra gelen anlaşılamayan çılgınlık dönemlerinin kıvılcımını yakmıştır. Kırbaççılar beyaz elbiseler giyer, ağır haçlar taşır, kırsallarda dolaşırlar; bazen de etlerini daha iyi kamçılayabilmek için kırbaçlarına çivi takarlardı. Arada sırada kendilerini kırbaçlarken bir yandan da bir şarkı mırıldanırlardı.
13. ve 14. yüzyıllarda Avrupa’da popüler olan kırbaçlama hareketi İngiltere’de pek yayılmamıştır; halbuki Sir Robert Avesbury, 1349’da Büyük Veba Salgını patlamak üzereyken 600 civarı kırbaççının Londra’ya geçit töreni yapmaya geldiğinden söz eder.
Kırbaççılar 14. Yüzyıl’ın sonunda Katolik Kilisesi tarafından kafir olarak tanımlanmıştır ve 15. Yüzyıl’da hareket tekrar canlanır gibi olunca Engizisyon Mahkemesi tarafından çabucak bastırılmıştır.
Her Şey Aşk İçin
Günümüz okurları için Abélard ve Héloïse’nin 900 yıllık hikayesi hem ermişlerden hem de günahkarlardan bir parça taşımaktadır. Onların hikayesi, tutku… Tutku, ihanet ve mahvolmuş âşıkların; ilişkileri yüzünden büyük bir bedel ödeyen âşıkların hikayesidir.
Héloïse, 12. Yüzyıl’ın başında Paris’te yaşayan muhteşem ve güzel bir âlim, aynı zamanda da Notre-Dame Katedrali’nin rahibi Fulbert’in el üstünde tuttuğu yeğenidir. Kendisine emanet edilen bu akıllı genç kadının başarılarını desteklemek isteyen Fulbert, zamanın en parlak ve gözde filozof ve ilahiyatçısı Pierre Abélard’ı onun hocası olarak tutar.
Öğretmenle öğrenci birbirine fazlasıyla alışır. Çok geçmeden Abélard, evinin bakım masrafları ve maddi endişelerinin çalışmalarını sekteye uğrattığı bahanesiyle Fulbert ve Héloïse’nin evine yerleşir. Kaçınılmaz olan gerçekleşir ve birbirlerine âşık olurlar. Abélard’ın yazdığı gibi: ‘Biz önce bir evi, sonra bir bakışı paylaştık.’ Âşıklar, baş başa kaldıkları vakti, sıkı çalışmak yerine gönüllerine göre geçirirler.
Abélard, muhtemelen genç sevgilisinden yirmi yaş daha büyüktü. Buna rağmen, Héloïse’nin onunla aynı derecede akıllı ve tutkulu olduğuna şüphe yok. Zira 1980 yılında gün ışığına çıkan mektuplaşmaları, kendi hayranlığının karşısındakinin ilan-ı aşkından üstün olduğunu kanıtlamaya çalışan iki âşık portresi çizer.
Fulbert bu yasadışı ilişkiyi keşfettiğinde Héloïse çoktan hamiledir. Âşıklar Abélard’ın kız kardeşinin Breton bölgesindeki evine kaçar ve burada oğulları Astrolabe doğar. Abélard Fulbert’e gidip ondan af diler, Héloïse ile evlenmek için de rızasını almaya çalışır.
Hâlâ kızgın olmasına rağmen Fulbert kabul eder; ancak Héloïse, Abélard’ın şanı ve kariyerinin mahvolacağını düşünerek gönülsüz davranır. Zira bir din adamı olarak Abélard’ın evlenmesi kesinlikle yasaktır.
Uzun süre dil döküldükten sonra Héloïse sonunda gizlice evlenmeyi kabul eder. Astrolabe, Abélard’ın kız kardeşine bırakılır ve Héloïse Argenteuil Manastırı’ndaki rahibelerle kalmaya gider ve buradan yazdığı bir mektupta şöyle bir kehanette bulunur: ‘Her şey buraya kadarmış, kör bahtımız kara talihimizin getireceği hüznün, şu ana dek tattığımız aşktan aşağı kalır yanı olmayacak.’
Abélard’ın Héloïse’yi terk ettiğini düşündüğünden olsa gerek, Fulbert bu evlilik hakkında dedikodular yayar; Héloïse ise bu dedikoduları şiddetle inkar eder. Bunun üzerine hikaye olmadık bir yere sapar: Abélard’ın hizmetçisine rüşvet yediren Fulbert ve diğer akrabaları Abélard’ın üzerine onu hadım etmek için görevlendirilmiş kabadayılar salarlar. Aldığı yaralar dayanıksız bir adamı ânında öldürebilecek cinstendir. Ancak Abélard ısrarcıdır ve sevgililer birkaç hafta sonra bekarlık yemini edip dünyadan el ayak çekerler. Abélard St Denis Manastırı’na, Héloïse ise Argenteuil Manastırı’na yerleşir.
Héloïse rahibe olur ve senelerce Abélard’dan uzakta yaşar. Ancak 1120’lerde, Abélard’ın Paris’in hemen dışında kurduğu Paraclete Tapınağı’nda başrahibe olur. İşi sebebiyle başka bir yerde olan Abélard’ın geçmişteki ilişkilerine yaptığı atıflarla düzenli bir yazışma içine girerler. Héloïse ona sıklıkla yazar, aşkının devam eden gücü ve tutkusunu gizlemez.
‘Benim ne ikiyüzlü olduğumu bilmezler,’ der Héloïse. ‘İşlediğim günahlar yüzünden ahlayıp vahlıyor olmam lazım, ancak bir tek kaybettiklerime yanıyorum… Uçarı düşler mutsuz ruhumu öyle bir kavrıyor ki düşüncelerim dualardan ahlaksızlığa kayıyor…’
‘Ben senin içinde sen hariç hiçbir şey aramadım… Ben evlilik peşinde değildim.’
Mektuplarında Héloïse kendini feda eden, idealist ve soylu bir kadındır, ancak aynı zamanda beklenmedik bir kalenderlik ve cüretkar bir haylazlık da sergiler. Abélard’ı sevmekten asla vazgeçmez; belki de hikayelerinin hâlâ anlatılıyor olmasının esas sebebi de budur.
‘Benim için,’ der Héloïse, ‘gençlik, tutku ve muhteşem zevklerin tecrübesi bedenimin çektiği çileyi ve arzularımı artırıyor ve saldırdıkları şey güçsüzleştikçe üzerimdeki yük daha da katlanılamaz hale geliyor…’
‘Eğer tüm dünyanın imparatoru Augustus beni evlilikle onurlandırmayı uygun görse ve bana dünyayı ayaklarıma serse, beni onun imparatoriçesi değil de senin fahişen olarak görmeleri benim için daha değerli olurdu.’
Heyhat, Abélard’ın mektupları onun aynı şekilde hissetmediğini gösteriyordu, belki de kabadayılardan gördüğü muameleyi düşününce böyle olması normaldi. Zamanında hissettiklerine aşkın değil şehvetin yön verdiğini ve bunun bir günah olduğunu yazıyordu. Ona göre ikisi de tutkularını ibadetlerine yönlendirmeliydi. İstediği gibi olmasa da bir ilişki kurma isteği içindeki Héloïse aşkını kalbine gömdü ve Abélard’a sadece onun istediği konularda yazdı. Her zaman olduğu gibi mükemmel bir öğrenciydi ve sonraki yirmi yıl boyunca onu İncil, ahlak prensipleri ve felsefe konularında tartışacaklardı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/karen-dolby/bir-nefeste-cinsellik-tarihi-69403267/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Otoerotik asfaksi: Orgazmı güçlendirmek için kendi kendini farkında olmadan boğma durumu. (e.n.)
2
Dildo: Yapay penis. (ç.n.)
3
Homo: ‘Adam’ anlamında. (ç.n.)
4
Midilli Adası. (ç.n.)
5
Bütün Şiirleri, Gaius Valerius Catullus, çev. Çiğdem Dürüşken, Erdal Alova-YKY (ç. n.)
6
Julio-Claudian hanedanı, ilk beş Roma imparatoru Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius ve Nero için kullanılan bir ifadedir. (e.n.)
7
Sodomi, bir kadın, bir erkek ya da bir hayvanla anal seks yapmak. (e.n.)
8
Argoda ‘yarrak’ anlamında. (e.n.)