100 büyük Türk

100 büyük Türk
Sevil Yücedağ
İlk dünya haritasını çizen ünlü denizci,
Yaptığı yeniliklerle Osmanlı döneminde çağdaşlaşmayı başlatan padişah,
Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını,
İstanbul’u alıp bir devri kapatan büyük padişah,
Sekiz yaşında ilk valsini besteleyen, yazdığı operetler rekorlar kıran dahi besteci,
Osmanlı İmparatorluğu’nda tahta en uzun süre kalan padişah,
İlk kadın yönetmen, ilk sinema starı,
Adıyla anılan matematik terimleriyle ünlenen matematikçi,
Uçmayı başaran bilgin,
Türk sinemasının başlangıcı kabul edilen filmi çeken sinemacı,
Türkiye denilince akla gelen ilk isim olan ünlü şair,
Katıldığı bütün turnuvalarda şampiyon olan güreşçi…

Yaptıklarıyla tarihe geçen, unutulmaz 100 BÜYÜK TÜRK bilinmeyen yanlarıyla elinizdeki bu kitapta!

Oğuz Han, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, III. Selim, Kâzım Karabekir, Atatürk, Turgut Özal, Hasan Âli Yücel, Fuzuli, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ömer Seyfettin, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Nasreddin Hoca, Âşık Veysel, İsmail Dede Efendi, Mimar Sinan, Afife Jale, Abidin Dino, Cemal Reşit Rey, Muhsin Ertuğrul, Yaşar Doğu ve daha birçok devlet adamı, edebiyatçı, halk kahramanı, bilim insanı, sanatçı, sporcu ve ozanlar…


100 BÜYÜK TÜRK

DEVLET ADAMLARI

1
OĞUZ HAN (METEHAN)


M.Ö. 234 – M.Ö. 174
Türk-Hun İmparatorluğu’nun kurucusudur. Bütün Türk boylarını bir araya toplayan Oğuz Kağan’ın kahramanlık ve zaferleri “Oğuz Han Destanı”nda anlatılmıştır.

Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, Asya Hun İmparatorluğu’nun kurucusu olan Teoman, oğlu Metehan’ın yerine Metehan’ın üvey annesi olan Yenşi’nin oğlunu tahta çıkarmak istedi. Törelerine göre Türk hatundan olan, has bir Türk’ün tahta geçmesi gerekiyordu. Metehan’ın Üvey Annesi Çin’liydi. Yani Çinli kadından olan erkek çocuk tahta geçemezdi. Bu durumdan dolayı üvey annesi Metehan’ın babasına yaptığı telkinler sonucunda Metehan’ı komşu kavim olan Yüeçiler’e (Yuezhi) rehin verdi. Ardından babası, Yuezhi’lere savaş ilan ederek Metehan’ı öldürtmek istedi. Metehan, babası Teoman Yuezhi’lerin topraklarına girmeden Yuezhi’lerin elinden kaçtı. Bu zorlukları atlatmasından dolayı babası, Metehan’ın hakkını teslim etmek istedi ve emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Metehan öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).
Metehan Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler. Metehan M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı. Donghu’yu yendikten sonra, Kuzey Moğolistan’da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. Ordos’da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak’ın güneyindeki kaleleri egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolünü ele geçirdi. Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.
Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Metehan ayrıca Tarım Havzası’nda[1 - Tarım Havzası: Taklamakan Çölünü de içine alarak doğudan batıya 1000 km uzanan, Tanrı dağlarıyla Karanlık dağları arasında kalan havza.]kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun bu devletlerde uyguladığı askeri ve idari yapılanma sonradan birçok merkezi Asya devletinde de uygulandı. Bölgesinde askeri gücü ile korku saldı. Savaş taktikleri ve askeri disiplini sayesinde Çin İmparatorluğu ve çevre kavimlerle yaptığı savaşları kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden değil, eğitimli ve her an savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.
Metehan, M.Ö.174 yılında öldüğünde, geride birçok kavmi çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon kilometre kare büyüklüğündeydi. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi’nden İdil Nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya’dan Tibet ve Keşmir’e uzanıyordu. Hunların karşısında bulunan düzenli ve güçlü tek kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zafiyet içinde olması Metehan’ın devletini kolayca büyütmesinde önemli bir neden olarak gösterilir.

2
ATTİLÂ


395-453
Hun İmparatorluğu’nun hükümdarıdır. Avrupa kıtasının önemli bir bölümüne egemen oldu. Bütün dünyaya egemen olma arzusundaydı, bu emelini tamamen gerçekleştiremedi ama tarihin tanıdığı en ünlü savaşçılardan biri oldu. Attilâ son derece sert ve acımasız bir karaktere sahipti. Batı kaynakları ona “Tanrının Kırbacı” ismini verdi.

Babası Muncuk Han’dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken buldu ve yanına aldı. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu’yla ittifak yapan Attilâ, bir süreliğine Roma’ya büyük Roma Generali Flavius Aetius’un davetlisi olarak gitti. Her şey iyiye giderken, Rua’nın ölüm haberini aldı. Geri dönerek kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu’nun ortak hükümdarı oldu. Bleda 445 yılında öldü. Bu durum Attilâ’nın tek başına Hun hükümdarı olmasını sağlamıştır. Daha sonra aşık olduğu esir kızla evlenen Attilâ’nın bir oğlu oldu, doğum sırasında eşi hayatını kaybetti.
Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila eden Attilâ, Orta Çağ kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa’da kendisine “Tanrının Kırbacı” (Latince: Flagellum Dei, İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) denilmiştir. Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Attilâ, iyiliksever bir hükümdar olarak geçer. Attilâ’nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Attilâ, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu’nun başkenti olan Etzelburg’un adının buradan geldiği sanılmaktadır. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşı’nda Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür.
Batı Roma İmparatorluğu’na sefer yaparken Papa’nın araya girmesiyle Attilâ Roma’yı fethetmedi ve vergiye bağladı. Attilâ 453 yılında son eşi tarafından evlendiği günün gecesinde öldürüldü. Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Tarihçiler arasında Tuna Nehri’nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attilâ’nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır. Ancak Tuna Nehri’nin birçok ülkeden geçiyor olması bürokratik sorunlar çıkacağından kazı çalışması yapılamamaktadır.
Attilâ’nın görünümü ile ilgili bilgiler ise genelde ikinci el kaynaklara dayanır. Ancak kendisini bizzat gören Priscus isimli tarihçi Attilâ’yı şöyle tarif ediyor: Kısa boylu, göğsü ve kafası geniş, gözleri küçük, burnu yassı, ince ve grimsi sakalları olan bronz tenli biriydi.
Günümüzde, Attilâ bazı kültürler için kahraman (özellikle Türk ve Macar kültüründe), bazıları için ise barbarların atası (Avrupa kültüründe) olarak anılır. Fakat Attilâ barbar değildi; çünkü Avrupa’ya Asya uygarlığının önemli ögelerini ve özelliklerini Hunlar götürmüştür.

3
ALPASLAN


1030-1072
Selçuk Türklerinin ikinci sultanı Alpaslan, Bizanslıları Malazgirt Ovası’nda yenerek Anadolu’yu Türklerin yurdu haline getirdi. Gerçek adı Muhammed olduğu halde unvanı olan Alpaslan adıyla tanınmaktadır.

Selçuklu Devleti’nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in yeğeni olan Alpaslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarihçilerin çok yiğit bir savaşçı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi. Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, Alpaslan’ı tahta layık gördü. Fakat Alpaslan’ın ağabeyi Kavurd tahta kendisi çıkmak istedi. Alpaslan Kavurd ile yaptığı savaşı kazandı ve Selçuklu’nun başına geçti. İç meselelerini halleden Alparslan, 1064 yılından itibaren seferlere başladı. Ordusuyla önce Buhara’ya girdi. Daha sonra Harzem’i fethetti.
Alpaslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı’nı kazanmıştır. Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alpaslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in canını bağışlamış, onu yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail’in yeni Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş, kaçtığı Kilikya’da bir küçük kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş, İstanbul’a getirilmiş ve Proti adasında (Kınalıada’da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Savaşı sonunda esir Romen Diyojen’in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçerliliğini yitirmiştir.
Alpaslan’ın 1072 yılında, esir aldığı biri tarafından öldürüldüğü sanılmaktadır. Bazı kitaplara göre Alpaslan’ın savaşta esir aldığı bir kişi tarafından öldürüldüğü söylenmektedir. Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008’e kadar Ağustos ayı Alpaslan olarak adlandırılmıştır. 2005 yılından bu yana Yusuf Halaçoğlu başkanlığında yapılan kazı ve çalışmalarda Alpaslan’ın mezarının Merv şehrinde olduğu tespit edilmiştir.

4
OSMAN GAZİ


1258?-1324?
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı, Osmanoğulları’nın atası. Osman Bey, Osman Gazi, en eski kaynaklarda Osmancık, Kara Osman adlarıyla da anılır. Osman Bey, Oğuzların Bozok Boyunun Kayı Kolundan kalabalık bir obaya başkanlık eden Ertuğrul’un (Erdoğdu Bey) oğludur, halk söylencelerine göre annesi Hayma Ana’dır.

İlk Osmanlı tarihlerine göre, toplumsal düzeni oldukça karışık olan Bitinya (Bursa-Bilecik-İznik) yöresinde, Bizans tekfurlarının, Germiyan Beyliği’nin ve Umurbeyoğulları’nın egemenlik alanlarıyla kuşatılmış küçük bir alanda uçbeyi olan Osman bu sanını korumak ve güçlenmek için yaklaşık yirmi yıl, gaza yoldaşları Samsa Çavuş, Konur Alp, Akçakoca, Aygut Alp, Gazi Abdurrahman ve diğer beylerle bir dizi yerel savaşı göze aldı. Eskişehir ahilerinin İtburnu Tekkesi Şeyhi olan kayınbabası Edebalı’dan da manevi destek sağladı.
1280’lerden 1300’e uzayan ve Osmanlı Devleti’nin doğuş süreci olan bu evrede Osman Bey ilkin 1283’te İnegöl Tekfuru Nikola ile karşı karşıya geldiği Ermeni Beli’ndeki çatışmada yenildi; kardeşi Sarubatı’nın oğlu Bay Hoca şehit düştü. Ertesi yıl, Emirdağı eteğindeki Kulacahisar’ı 300 kişilik bir kuvvetle gece baskını düzenleyerek aldı. 1286’da asıl önemli çatışma İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının birleşik güçleriyle Ekizce’de yaşanan Domanıç muharebesidir. Osman Bey bu savaşı kazanarak Karacahisar’ı aldı ancak bu kez de kardeşi Sarubatı (veya Gündüz Alp) şehit düştü. Bundan sonra Osman Bey’in taktik değiştirerek ittifaklar kurduğu saptanıyor. Mudurnu yakınlarında buluştuğu Samsa Çavuş’la kardeşi Sulamış’ı, ayrıca Harmankaya tekfuru Köse Mihal’i yanına alıp 1290’larda Sakarya vadisinde Sorkun, Taraklı Yenicesi, Göynük taraflarına akınlar yaparak ününü duyurmuştur.
Tarih kitapları, Osman Bey’in giderek güçlenmesinden kaygılanan Rum tekfurların hileye başvurduklarını anlatmaktadır. Tekfurlar sözde dostluk gösterisiyle Yarhisar’a düğüne çağırdıkları bu atak Uçbeyine bir suikast düzenlerler. Lakin kendisini davete gelen Harmankaya (Priminos) Tekfuru Mihal’in uyarısı üzerine Osman Bey karşıt bir komplo hazırlamış, kırk cengâverini kadın giysileriyle Bilecik kalesine sokarken düşmanlarını da Çakır Pınarı’nda alt etmiş, Bilecik (Belekoma) ve Yarhisar ’ı da almıştır. Osman Bey, Yarhisar’dan yola çıkan düğün alayını da basarak tutsak ettiği Tekfur kızı Holofera’yı (Ülüfer/Nilüfer Hatun) oğlu Orhan’a almış, bir yandan da Turgut Alp’e kuşattırdığı İnegöl’ü zapt etmiştir. Bu olaylar için 1298-1299 tarihleri verilmektedir ki Osmanlı Devleti’nin kuruluşu bu gelişmelere de bağlanır. Önceleri bir ipekçilik ve demircilik merkezi olan Bilecik’te üslenen ve küçük ordusunun saflarını Paflagonya çeteleriyle sıklaştıran Osman Bey’in yetmiş yıllık yaşamının büyük bir bölümü savaşlarla geçti. Bir bölük kuvveti Köprühisar’ı alırken, İznik’in yanı başında da 1301’de Türkmen nüfuslu Yenişehir kuruldu ve Osman Bey burayı merkez edindi. Kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i, oğlu Orhan’a Karacahisar’ı, Hasan Alp’e Yarhisar’ı, Turgut Alp’e İnegöl’ü dirlik olarak veren Osman Bey Bursa, Ketsel, Kite Tekfurlarının ordusunu 1302’de Koyunhisar savaşında yendi. Yeğeni Aydoğdu’nun şehit düştüğü bu savaş sonunda Orhaneli (Atranos), Ulubat gölündeki Alyos adası ele geçirildiği gibi, Kite Tekfuru da Aydoğdu’nun öcü alınmak için katledildi.
Anadolu Selçukluları’nın dağıtıldığı, İlhanlıların Anadolu’yu istila ettiği, Türkmen beyliklerinin birbirleriyle savaştıkları, Bizans’ın güçsüzleştiği bir dönemde yeni bir devletin temellerini atan Osman Gazi, tarihlerin yazdığına göre son yıllarında “damla illeti” (gut/nikris) ve yaşlılık nedeniyle beylik sorumluluğunu oğlu Orhan’a bırakmıştı. Osman Bey’in ölüm tarihine ilişkin rivayetler çeşitlidir. Tarihçilerden Ruhî 1320’de, Oruç Bey1327’de, diğerleri ise bu iki tarih arasında muhtelif yıllarda öldüğünü bildirmektedirler. Osman Bey’in, önce Söğüt’te, babası Ertuğrul’un türbesine; Bursa’nın fethinden sonra ise buradan alınıp Bursa Hisarı’nda Osmaniye Meydanı’ndaki Gümüşlü Kümbet’e (Aya Elia) gömüldüğü rivayet edilir. Türkmen geleneklerini bırakmayarak basit bir yaşam sürdüğü, hatta ölünceye değin otağda oturduğu söylenir.

5
YILDIRIM BAYEZİD
(I. BAYEZİD)


1360-1403
Dördüncü Osmanlı padişahı. 1389’dan 1403 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır. Büyük cesareti ile ün yapan ve savaşlardaki emsalsiz sürati sayesinde “Yıldırım” unvanını alan Osmanlı padişahıdır.

Babası Sultan I. Murat, annesi Rum asıllı olan Gülçiçek Hatun’ dur. Küçük yaştan itibaren zamanın seçkin alimlerinden genel İslam eğitimi ve değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare dersleri aldı. Osmanlı tarihlerinde kendisinden ilk olarak söz edilmesi, 1381’de Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet Sultan/Hatun’la evlenişi nedeniyledir. Bu evlilik, babası I. Murat’ın Germiyan topraklarının neredeyse tamamını “gelin çeyizi” olarak sınırlarına katmak politikasının sonucuydu. Takip eden yıllarda devlet idaresinde yetişmesi için Sultanönü Eskişehir ve sonra Germiyan ili Kütahya sancakları beyliğine atandı. 1389’da Sırpların çoğunluğunu oluşturduğu Haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova Savaşı’na katıldı. Savaşta büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murat, bu savaş sonunda bir Sırp soylusu olan Milos Obilic tarafından şehit edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtı kendisine verildi.
I. Bayezid ilk olarak, Rumeli sorunları ile ilgilendi. Sırbistan sorununu yoluna koymak için çaba harcadı. Kosova Savaşı’ndan sonra yaptığı anlaşmayla Sırplar’ın vergi ödemesine ve yeni kralın kız kardeşi Mara Despina’nın I. Bayezid ile evlenmesine karar verildi. Edirne’nin imar edilmesi için uğraştı. 1393’de I. Bayezid Anadolu’da Amasya ve civarında iken, Macarların saldırıları üzerine Rumeli’ye döndü. Bulgarların başkentini ele geçirdi. Macarlardan ve Bulgarlardan oluşan orduların işgaline uğrayan Tuna boyu kaleleri olan Silistre, Niğbolu ve Vidin’i tekrar Osmanlı egemenliği altına aldı. 1394’te Selanik ve Yenişehir’i alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’a kadar ilerlediler. 23 Eylül 1396’da yine Rumeli’nde büyük bir Haçlı Ordusuna karşı Niğbolu Savaşı yapıldı ve I. Bayezid önemli bir zafer kazandı. Anadolu’da sefere çıkan I. Bayezid bu defa Amasya ve yöresine yöneldi. Bu sefer sonucunda Amasya, Merzifon, Turhal ve Tokat kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir. 1396’nın en önemli olayı Niğbolu Savaşı oldu. Büyük bir Haçlı ordusuna karşı çok önemli bir zafer kazanan I. Bayezid bu savaştan kazandığı ganimetle kışı geçirmek için Anadolu’daki başkentine, Bursa’ya döndü. Savaş ganimetlerini Bursa’nın imarına sarf etmeye başladı. Bursa Ulu Camii bu ganimetlerin kullanıldığı eserlerin başında gelir. Bayezid, İstanbul’u dört kez kuşattı, fakat hiçbirinde başarılı olamadı. 1402’de Timur büyük bir ordu ile Anadolu seferi başlattı. O yıl baharında Kemah kalesini kuşatıp aldı ve Sivas üzerine yürüdü. I. Bayezid ise ordusu ile Tokat’a gelmiş ve orada ordugâh kurmuştu. Her iki taraf da bu yörede savaşa razı olmayarak biri kuzeyden diğeri güneyden Kızılırmak’ı takip ederek Ankara’ya geldiler. Burada 22 Temmuz 1402’de Ankara Savaşı başladı. Timur Ankara Savaşı’nda büyük başarı kazandı. Savaş sonrasında Bayezid esir düştü.
Yıldırım Bayezid 8 Mart 1403’te 43 yaşındayken Akşehir’de nedeni hâlâ bilinmeyen bir şekilde ölmüştür. İbn Arabşah, eceliyle öldüğünü yazar. Yıldırım naaşı geçici olarak Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbesine defnedilmiştir. Bazı kaynaklara göre Yıldırım Bayezid’in naaşı Musa Çelebi tarafından Bursa’ya getirilmiş ve Yıldırım Camii yanındaki türbesine gömülmüştür. Diğer kaynaklarda ise Musa Çelebi’nin babasının naaşını mumyalanmış olarak Kütahya’ya Germiyanoğlu Yakup Bey’e getirdiğini; burada naaşın saklandığını ve 1404’de Çelebi Mehmed tarafından Bursa’ya getirilerek türbesine gömüldüğü yazılıdır.

6
FATİH SULTAN MEHMED
(II. MEHMED)


1432-1481
İstanbul’u fethetmesinden sonra Fatih lakabıyla anılmıştır. İstanbul’un fethi, Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olmuştur. Bundan dolayı Fatih, “Çağ Açan Hükümdar” olarak da tanınır. İstanbul’un fethiyle 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu son bulmuştur. Fatih, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir.

II. Mehmed 29 Mart 1432’de o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne’de doğdu. Babası II. Murat’ın üçüncü oğluydu. Annesi Hüma Hatun adıyla bilinir. 1434’te büyük ağabeyi Ahmet’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmet’in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum Sancakbeyi oldu. Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. II. Murat’ın 1451 yılında vefat etmesiyle, Mehmed Edirne’de tahta çıktı. Daha sonra babasının İsfendiyaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed Çelebi’yi boğdurttu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya konmuş oldu. Mehmed Konstantinopolis’i kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri reddetti. Bu savaş ilanı anlamına geliyordu. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. 6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Osmanlı ordusu 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde son taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga halinde gerçekleştirdiler. Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri Kerkoporta adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler. Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve “Bundan sonra tahtım İstanbul’dur!” diye buyurdu.
II. Mehmed İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı. Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde tutmaktı. Kuracağı imparatorluk bir İslam devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı. Fatih, Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra’yı, Candaroğulları’nın elindeki Sinop’u aldı ve Kırım Hanlığı’nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına aldı. 1461’de Pontus Devleti’nin başkenti Trabzon’u ele geçirdi ve devletin varlığına son verdi. 1466’da Hersek’in büyük bölümünü ve Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti. 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarını ağır yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl Karamanoğulları Beyliğini tamamen ortadan kaldırdı. Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Maltepe’deki ordugâhında öldü. Niksir hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Fatih Sultan Mehmet öldükten sonra Papa, iki gün boyunca tüm kiliselerin çanlarının çalınmasını emretmiştir.
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekledi. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500’den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.

7
YAVUZ SULTAN SELİM
(I. SELİM)


1470-1520
9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Tahtı devraldığında Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölmeden önce imparatorluk topraklarını 1.702.000 km
’si Avrupa’da, 1.905.000 km2’si Asya’da, 2.905.000 km
’si Afrika’da olmak üzere toplam 6.557.000 km
’ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu’da birlik sağlanmış ve halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanı’na geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.

1470 tarihinde babası Şehzade Bayezid’ın sancakbeyliği görevi nedeniyle Amasya’da dünyaya geldi. Osmanlı’nın, daha küçük yaşlarda devlet tecrübesi kazanması için şehzadeleri sancaklara gönderme geleneğinin bir gereği olarak Şehzade Selim de Trabzon’a vali olarak atandı. Valiliği sırasında devlet işleri yanında ilimle de uğraşmış ve alim Mevlana Abdülhalim Efendi’nin derslerini takip etmiştir. Daha o zamanlarda Şehzade Selim, devletin bel kemiği olan Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti’ne yönelmelerini fark etmiştir. Türkmenleri devlete bağlamak için Şehzade Selim, İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefer yapmış ve bu seferlerin en önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır. Selim, tahta babası II. Bayezid’e karşı darbe yaparak çıkmıştır. Yavuz Sultan Selim’e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir.
Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Yavuz Sultan Selim’in amaçlarından biri doğudaki bütün İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. 1514’te Safevi ordusuyla Çaldıran Ovası’nda yaptıkları muharebe Osmanlıların lehine sonuçlandı. Şah İsmail’in yenilmesiyle Doğu Anadolu’da Osmanlı için bir tehlike kalmadı. Böylelikle Erzincan ve Bayburt Osmanlı hakimiyetine geçti. 1516’da Halep’e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim almıştır. Hama, Humus ve Şam aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir. 1517’de Kahire alınmıştır. 4 Şubat 1517’de Yavuz törenle Kahire’ye girmiş ve Mısır Memlükleri’ne bağlı Abbasi Halifeliğine son vermiştir. Halifelik Osmanlı’ya geçmiştir. Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. Mısır’ın alınmasıyla Baharat Yolu da Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Devrin en önemli iki ticaret yolu İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçirilmesiyle Avrupa ülkeleri, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı duruma gelmiştir. Ancak Ümit Burnu’nun keşfi nedeniyle bu avantaj uzun süre kullanılamamıştır. Yavuz, Mısır seferinden sonra hasta olduğu halde Edirne’ye doğru yola çıkmıştır. Çorlu’da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim’in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur.
Osmanlı topraklarını iki buçuk katına çıkaran Selim, aynı zamanda birçok yenilikler de yapmıştır. Onun kapasitesini arttırdığı Haliç Tersanesi Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar kullanılmaya devam etmiştir. Konya’da Mevlevi Tekkesi’ne su getirmiştir. Medreselerin yanında, sosyal ve ticari alanda hizmet verecek birçok bina inşa ettirmiştir. Hayatı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fatih Paşa ve Elbistan Ulu Camii’ni inşa ettirmiştir. Ayrıca Şam Salihiye’de Muhyiddin İbn Arabi’ye camii ve imaret inşa ettirmiş, ayrıca Muhyiddin İbn Arabi’nin türbesini yaptırmıştır. I. Selim, 1516’da Şam’a, Şam Sultan Selim Camii’sini yaptırmıştır. 1514 yılında İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Cüzzam- hanesini yaptırmıştır. Arapça ve bilhassa Farsça’ya çok hakim olan Selim’in, kendi el yazısı ile Selimî mahlasıyla yazılmış olan Farsça manzumeleri günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunmaktadır.

8
BARBAROS HAYREDDİN
PAŞA


1475-1546
Osmanlı tarihinin ünlü denizcilerinden, kaptan-ı derya olan Osmanlı Devleti’nin ilk kaptan paşası. Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini pekiştirdi, öyle ki Akdeniz bazı tarihçilerce bir “Türk Gölü” olarak anıldı.

Hayreddin Paşa’nın asıl adı Hızır’dı (Hızır Reis). “Dinin hayırlısı” anlamına gelen Hayreddin adını ona, Osmanlı devletine yaptığı hizmetinden dolayı, Kanuni Sultan Süleyman verdi. Hayreddin Paşa, Selanik Vardar Yenice’sinden ve Midilli fatihlerinden olan babası Türk sipahisi Vardari Yakup Ağa ile Midillili bir Türk olan annesi Mukaddes Hatun’un dört oğlundan biri olarak Midilli adasında doğdu. Kendisine verilen “Barbaros” lakabı İtalyanca “Kızılsakal” anlamına gelir. Ağabeyi Oruç Reis, genç yaşta kardeşi İlyas ile birlikte deniz ticareti yaparken, Ege Denizi’nde Rodos Şövalyelerine tutsak düştü. Serbest kaldıktan sonra, yaşadığı olayın etkisiyle tüccar yerine korsan olmaya karar verdi. Bir süre sonra kardeşi Hızır Reis de ticareti bırakıp ona katıldı. Akdeniz kıyılarına akınlar düzenleyip, ganimetler elde ettiler. Cerbe adasını üs olarak kullanan Hızır Reis ve ağabeyi Oruç Reis’in ünü bütün Akdeniz’e yayıldı. Hızır ve Oruç 1516’da ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Piri Reis himayesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’e gönderdiler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de onlara verdiği desteğin bir ifadesi olarak armağanlar yolladı. Oruç Reis ve Hızır Reis, ağabeyleri İshak’ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika’da toprak edinmeye başladılar.
1516-1517’de İspanyollara karşı savaştılar ve Cezayir’i denetimlerine aldılar. Oruç Reis, Cezayir Hükümdarı ilan edildi. İspanyollar ertesi yıl Cezayir’i geri almak için Araplarla birleşerek saldırıya geçti. Bu savaşta Hızır Reis’in ağabeyleri olan İshak Reis ve Oruç Reis öldürüldü. Hızır Reis, Yavuz Sultan Selim adına para bastırıp hutbe okutarak ona bağlılığını bildirdi. Yavuz Sultan Selim de Hızır Reis’i Cezayir Beylerbeyliğine atayarak koruması altına aldı. Bunun üzerine Tunus ve Tlemsen Beyleri birleşerek Cezayir’e yürüdüler. Cezayir şehri dışındaki toprakları alıp, Cezayir içindeki halkı ayaklandırdılar. Ayaklanmayı bastıran Hızır Reis, 1519’da Cezayir’e gelen İspanyol donanmasını mağlup etti. 1525’de Cezayir’i yeniden ele geçirdi. Ertesi yıl Şerşel’e baskın düzenleyen Cenevizli Amiral Andrea Doria’yı yenilgiye uğrattı. Kanuni Sultan Süleyman’ın Alman seferi sırasında Andrea Doria’nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni, Hızır Reis’i İstanbul’a çağırdı ve 1533’te “Hayreddin” adını verdiği Hızır Reis’i Osmanlı donanmasının başına (kaptan-ı derya) atadı. Hayreddin Paşa 1534’te Akdeniz’e açıldı ve İtalya kıyılarına seferler düzenleyip Tunus’u ele geçirdi. Ancak Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması karşısında Tunus’u bırakmak zorunda kaldı ve ertesi yıl İstanbul’a döndü. 1536’da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz’e açılan Barbaros, İtalya kıyılarını vurdu ve Ege Denizi’ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı. Osmanlıların Akdeniz’deki denetiminin artması üzerine, bir “Haçlı donanması” kuruldu ve başına Andrea Doria getirildi. Osmanlı donanması ile Haçlı donanması 1538’de Preveze Körfezi önlerinde karşılaştı. Toplamı 80 bin kişiyi bulan bir deniz savaşı daha önce hiç görülmemişti. Savaş sonucunda haçlı donanması 128 gemisini kaybetmiş, 29’u da Osmanlı denizcileri tarafında ele geçirilmişti. Hayrettin Paşa hiçbir gemisini kaybetmezken dört yüz kadar leventi şehit olmuştu. Hayreddin Paşa, tarihe Preveze Deniz Savaşı olarak geçen savaşı Osmanlı devletine kazandıran kaptan-ı derya olarak anılacaktı. Bu zafer Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirdi.
Barbaros Hayreddin Paşa, 4 Temmuz 1546’da İstanbul’da öldü, Beşiktaş’taki türbesine defnedildi. Günümüzde, sefere çıkan veya tatbikata giden Türk gemileri, bu türbenin önünden geçerken Barbaros’u top atışıyla selamlarlar. Barbaros Hayreddin Paşa anısına 1944 yılında Beşiktaş İskelesi Meydanında, Ali Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu tarafından bir anıt yapılmıştır.

9
TURGUT REİS


1485-1565
Turgut Paşa olarak da anılır. Yabancılar tarafından Dragut adıyla biliniyordu. Barbaros Hayrettin Paşa’yla beraber Preveze Savaşı’na katılan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme döneminde zaferden zafere koşan ünlü bir Türk denizcidir.

Turgut Reis Anadolu’da Menteşe yöresinde Veli adında fakir bir çobanın oğlu idi. Çocuk yaşlarda korsan kadırgalarında çalıştı. Kısa sürede zekası ve cesaretiyle ün yaptı. 25 yaşlarındayken Şehzade Korkud’un dikkatini çekti ve onun tarafından himaye edilerek Oruç ve Hızır reislerin yanında Cezayir’e gitti. Preveze Deniz Savaşı’nda (1538) gönüllülerden oluşan bir filoya komuta etti. 25 parça savaş gemisinden oluşan filotillasıyla yılın on iki ayını Akdeniz’de korsanlık yaparak geçirdi. Turgut Reis 1540’ta Korsika’da İspanyolların baskınına uğrayarak esir düştü. Bir müddet forsalık yaptıktan sonra Cenova’da hapsedildi. 1543’te Fransızlara yardım etmek üzere Toulon’da kışlayan Barbaros Hayreddin Paşa’nın ödediği fidye karşılığında serbest bırakıldı.
Turgut Reis Cerbe adasını üs haline getirerek Avrupalı korsanlara karşı amansız bir mücadeleye girişti. Güney ve orta Tunus’u ele geçirdi. 1550 baharında Mehdiye’de İspanyol ve İtalyan donanması ile mücadele etti. İspanyollar daha sonra Cerbe adasını kuşattılarsa da Turgut Reis’i ele geçiremediler. Turgut Reis bundan sonra Fas limanında üslendi.
Turgut Reis’in ünü bütün Akdeniz’e yayıldı. Başarıları İstanbul’un da dikkatinden kaçmadı. 1551’de Divan-ı Hümayun Turgut Reis’i İstanbul’a çağırarak kendisine Karlı Sancakbeyliğini verdi.
Turgut Reis Trablus’un fethi ile görevlendirildi. 1551’de Kaptanı Derya Sinan Paşa ile birlikte Malta’ya yaptığı bir akının ardından Malta Şövalyeleri’nin elinde bulunan Trablusgarp’ı fethetti. Kaptanı Derya Sinan Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın, fethedilmesi şartıyla, Turgut Reis’e vaat ettiği Trablusgarp valiliğini ona vermeyip Murad Paşa’ya vermesi Turgut Reis’i gücendirdi. Murad Paşa’nın 1552’de ölümü üzerine Kanuni Trablusgarp Beylerbeyliğine Turgut Reis’i atayarak onun gönlünü aldı. Turgut Reis Cerbe savaşına katıldı. 1552 yılında donanma ile Akdeniz’de bulunan Turgut Reis, Andrea Doria kumandasındaki bir donanmayı Ponza adası yakınlarında yenilgiye uğrattı. Bastilya limanını ve kalesini ele geçirdiyse de burada fazla kalamadı.
1554’ten itibaren Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ile birlikte birçok sefere çıktı, Reggio (1555), Oran ve Bicaye (1566), Bizerte’nin (1557) zapt edilmesinde önemli rol oynadı.
1560’ta Cerbe’nin fethine katıldı. Nihayet 1565’te Malta seferine katılmak için Divan’dan emir alan Turgut Reis 2 Haziran 1565’te Malta’ya çıktı. Kuşatma sırasında alnından yaralanarak şehit oldu. Naaşı Trablusgarp’a nakledilip orada yaptırdığı cami yakınındaki türbeye defnedildi.

10
KANUNİ SULTAN
SÜLEYMAN (I. SÜLEYMAN)


1494-1566
Saltanatı süresince Belgrat, Rodos, Mohaç, Bağdat, Tebriz, Boğdan, Preveze, Macaristan, Estergon, Trablusgarp, Zigetvar gibi birçok yeri fetheden ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtta en fazla kalan padişahıdır.

Yavuz Sultan Selim ile Hafsa Sultan’ın oğludur. Yasa koyuculuğundan dolayı Süleyman-ı Kanunî/Kanunî Sultan Süleyman denilmiştir. Çocukluğu, babası Selim’in valilik yaptığı Trabzon’da geçti. Doğu bilimleri ve İslami bilgiler alarak yetişti. 1508’de Şebinkarahisar Sancakbeyliğine atandı. 1512’de Selim padişah olunca İstanbul’a geldi. 1513’te Saruhan Sancakbeyliğine gitti. Selim’in ölüm haberine alınca sekiz günde İstanbul’a geldi. Tebriz’den ve Mısır’dan zorla İstanbul’a göç ettirilenlere memleketlerine dönme özgürlüğü tanıyan ve ibrişim ithali yasağını kaldıran Süleyman, Suriye’deki Canberdî Gazalî ayaklanmasının bastırılmasından sonra ilk sefer-i hümayuna 1521’de çıktı. 1 Ağustos’ta kuşattığı Belgrat’ı 29 Ağustos’ta fethetti ve Belgrat Fatihi olarak Ekim sonunda İstanbul’a döndü. Ertesi yıl Rodos’a sefere çıktı. Altı ay süren kuşatma sonucunda bir dizi ada ile birlikte Bodrum, Tahtalı ve Aydos kıyı kalelerini aldı. Şövalyelerin adayı boşaltmalarından sonra Rodos’ta Osmanlı egemenliği başlarken burada Hıristiyan kimliğiyle yaşayan Cem Sultan’ın oğlu Murad ve oğulları Süleyman’ın buyruğuyla boğuldular. 23 Nisan 1526’da büyük bir orduyla Macaristan seferi için İstanbul’dan hareket etti. Macar kralı II. Lajos’un ordusu ile Tuna kıyısındaki Mohaç düzlüğünde 29 Ağustos 1526’da ikindi vakti başlayan meydan muharebesi birkaç saat içinde Macar ordusunun yok edilmesiyle sonuçlandı. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan’ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarklen’in de desteği ile Budin’e girdi. Kanuni Bu-din’i geri aldı. Ferdinand ve Şarklen, Kanuni ile savaşmayı göze alamadı. Bunun üzerine Kanuni, Ferdinand ve Şarklen’i savaşa çağırmak için Viyana’yı kuşattı. Ancak Ferdinand, Kanuni’nin karşısına çıkmadı. Kış mevsiminin yaklaşması üzerine kuşatma kaldırıldı. Bu savaş, birçok yazarca çok önemli görülmüştür. Süleyman, 25 Nisan 1532’de Almanya imparatoru, İspanya kralı V. Karl’a ve Avusturya arşidükü Ferdinand’a gözdağı vermek için Osmanlı ordusunun tüm kadroları ve ağırlığıyla sefere çıktı. Belgrat-Budin arasında henüz alınmamış olan kaleleri fethederlerken akıncı kolları da Almanya içlerine değin ilerlediler. Ordu, 11 Eylül’de Slovenya’ya girdi. Slovenler ve Hırvatlar Sultan Süleyman’a bağlılık bildirdiler. Süleyman, Almanya seferinden 21 Kasım 1532’de döndü ve İstanbul’da zafer şenliği düzenlendi. Beş gün beş gece boyunca kent halkı eğlendi. İçmek ve eğlenmek konusunda hiçbir yasaklama uygulanmadı. 1538’de Süleyman, Karaboğdan seferini zaferle noktalarken, Barbaros Hayrettin de Preveze zaferini kazandı.
1553 yılına değin seferlere çıkmayarak İstanbul’da ve Edirne’de oturan Süleyman kendisine “Kanunî” sanını kazandıran yasa çalışmalarını yoğunlaştırarak “Sultan Süleyman Kanunnamesi”ni hazırladı. Kahvenin İstanbul’a gelmesi ve ilk kahvehanelerin açılması da o yıllardadır. Hürrem Sultan’ın 1558’de ölümünden sonra hayattaki iki oğlu, Beyazid ve Selim’in başlattıkları taht kavgasında Selim’i tutan padişah, isyan eden Bayezid’i yok etmek için her önlemi aldı. Bayezid’in iki bin kişilik bir kuvvetle İran’a sığındığı haberi gelince İran Şahı Tahmasb ile mektuplaşarak Beyazid ve oğullarını 1561’de Kazvin’de boğdurttu. 20 Eylül 1563’te İstanbul, tarihinin en korkunç sel felaketini yaşadı. Bir gün bir gece boyunca yağan şiddetli yağmur ve düşen yıldırımlar sonucu seller oluştu ve yangın çıktı. Halkalı Deresi kabararak ağaçları kökleriyle söküp sürükledi. Pek çok insan öldü. O gün Yeşilköy dolaylarında avlanmakta olan yaşlı padişah, İskender Çelebi Sarayı’na sığındı. Sel suları burayı da basınca, padişahı enderun ağaları sırtlayıp kurtardılar. Felaketten sonra yıkılan köprülerin, sukemerlerinin ve suyollarının onarılmasıyla Mimar Sinan görevlendirildi. Son seferini Zigetvar Beyi Zirini üzerine yaptı. Yaklaşık 1 ay süren kuşatma sonrası Zigetvar Osmanlı’ya katıldı. Aslında hedef Viyana’ydı. Ancak Sokullu Mehmet Paşa ordunun yetersiz olduğunu düşündüğünden kale kuşatıldıktan sonra İstanbul’a geri döndü. Zigetvar fethedilmeden bir gün önce, 6 Eylül 1566 tarihinde Süleyman vefat etti.

11
SOKOLLU MEHMET PAŞA


1505-1579
Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat devirlerinde toplam 14 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun sadrazamlığını, ayrıca kaptan-ı deryalığını yapmış Sırp asıllı bir Osmanlı devlet adamıdır. Kanuni Sultan Süleyman’ın son vezir-i azamı olmuştur. Hem Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede bulunduğu dönemi simgelemesi itibariyle hem de icraatları, projeleri ve kişiliği nedenleriyle en büyük Osmanlı sadrazamlarından biri kabul edilir. İki metreyi aşan boyu ile aynı zamanda en uzun boylu Osmanlı sadrazamıdır.

1505 yılında Vişegrad Kadılığındaki Rodo kasabasına uzak olmayan (Osmanlı idaresi altında iken Sokol olarak adlandırılan) Sokoloviçi köyünde doğdu. 1519 yılında devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayı’na getirildi, Mehmet adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirildi. Topkapı Sarayı’nın Enderun bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541’de kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546’da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca kaptan-ı deryalığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi’ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549’da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı. Kanuni Sultan Süleyman 1553’te Sokollu Mehmet Paşa’yı Rumeli askerlerinin başında Anadolu’ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferi’nde Sokollu komutasındaki Rumeli askerleri büyük başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokollu üçüncü kez vezirliğe yükseltildi. Sokollu Mehmed Paşa, Kanuni’nin oğulları arasındaki mücadeleler sırasında hep II. Selim’in yanında oldu. Semiz Ali Paşa’nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokollu, onun 1565’de ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Kanuni çok güvendiği Sokollu’ya geniş yetkiler vermişti. 1561’de üçüncü vezir iken Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu ve Sultan II. Selim’in kızı Esmehan Sultan ile evlendi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünü askerden II. Selim gelinceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Sokollu 1568’de Avusturya ile 8 yıl süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra doğuya yöneldi. Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki artan etkinliğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi’ndeki Osmanlı gemilerinin sayılarını attırdı. Sokollu ayrıca Tunus’u Osmanlı himayesi altına sokarak, Kuzey Afrika’yı da denetlemek istiyordu. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570’de Kıbrıs’ın alınması kararını aldı. Sokollu Venediklilere karşı böyle bir savaşın Avrupa’yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan’a uyarak 1571’de Kıbrıs’a çıktı. Haçlı Donanması’nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı’da yenildi.
Sokollu, 1574’te ölen II. Selim’in yerine geçen III. Murat döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü Padişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokollu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas’ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya’nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa sudan bir nedenle idam ettirildi. Sokollu Mehmed Paşa ise 3. Murat’ın eşi Safiye Sultan’ın tuttuğu, derviş kılığına girmiş bir yeniçeri tarafından divan çıkışında 11 Ekim 1579 da kalbinden hançerlenerek öldürüldü. Daha sonra Eyüp’te defnedildi. Sokollu’nun bir tanesi İstanbul’da, diğerleri Lüleburgaz, Edirne ve Hatay’da bulunan beş külliyesi, İmparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri bulunmaktadır.

12
KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA


1578-1661
Zor bir dönemde Osmanlı Devleti’ni ustalıkla idare etmiş, devlete yeniden eski itibarını kazandırmış büyük bir devlet adamıdır. Köprülü Mehmet Paşa orduyu disiplin altına aldı, devlet hazinesindeki paraların gereksiz yere harcanmasına engel oldu. Çanakkale Boğazı’nı tehlikeden kurtardı, Osmanlı Devleti’ni etkileyen iç ve dış kaynaklı karmaşık durumlarla mücadele etti.

Mehmet Paşa, 1578’de Arnavutluk’un Berat Sancağı’nın Rudnik Köyü’nde doğmuştur. Babası Vezirköprü eşrafındandı. Gençliğinde İstanbul’a getirilerek saraya alındı. Has odalı Hüsrev Ağa’ya bağlanarak, büyük odalı zümresine dâhil oldu. Sonra hazine-i amire’de vazife aldı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın zamanında Mirahorluk payesi aldı. Daha sonra Mirmiranlıkla Şam’a vali tayin edildi. 1650’de kubbealtı veziri oldu. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa’nın garazına uğradı ve bu yüzden rütbesi alınarak Köstendil’e sürüldü. İpşir Mustafa Paşa’nın himayesi ile Trablus’a vali tayin edildi. Eskişehir’de karşılaştığı Boynueğri Mehmet Paşa ile birlikte İstanbul’a döndü. Bu esnada bütün memlekette anarşi kol gezmekteydi. Zorbalık ve haksızlık almış yürümüştü. Devlet düzeni sarsılmıştı. Ordudaki disiplin bozulmuş, askerler ahaliyi rahatsız etmeye başlamışlardı. Henüz çocuk olan IV. Mehmet’in duruma hâkim olması mümkün değildi. Annesi Turhan Valide Sultan saltanat naibeliği yapıyordu.
İstanbul’da bulunan Köprülü Mehmed Paşa ise yakın dostlarından Mimar Kasım Ağa, şair ve musikişinas Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi ve Evliya Çelebi ile sohbet ediyor, devlet idaresi hakkındaki fikirlerini açıklıyordu. Mütevazı fıtratıyla tanınan, mevki ve makamda gözü bulunmayan Mehmet Paşa, devletin içerisinde olduğu durumdan ızdırap duyuyor ve yakın arkadaşlarına devletin kurtarılması için ne yapılması lazım geldiğini anlatıyordu. Turhan Valide Sultan’ın müşavirlerinden olan Mimar Kasım Ağa, Köprülünün fikirlerini Valide Sultana anlatmış ve Köprülüyü sadrazam olarak tavsiye etmişti. Valide Sultan Köprülü ile görüştü ve onu sadrazam yapmak istediğini bildirdi. O esnada 78 yaşında olan Köprülü, kendisine geniş yetkiler verildiği ve aleyhine hile koparanların sözlerine itibar edilmeyeceğine söz verildiği takdirde sedâreti kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine çok geniş yetkilerin verilmesi üzerine 15 Eylül 1656’da sadrazamlığı kabul etmişti. Mehmet Paşa idareyi ele alır almaz derhal anarşiyi bastırma yoluna gitmiş ve zorbaları birer birer yakalatarak cezalarını vermişti. IV. Murat gibi, ordu intizam altına alınmadan devletin kargaşadan kurtarılamayacağına ve huzurun temin edilemeyeceğine inanan Mehmet Paşa, ordudaki zorbaları temizleyerek, disiplini kurmaya muvaffak oldu.
İstanbul’daki karışıklıklarda, yeniçeri kıyafetine soktuğu Hıristiyanlar vasıtası ile Müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum patriğini idam ettirdi. İstanbul’daki ulema sınıfı arasındaki kargaşalığı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı. Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı devam ettirdikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü.
Kaptan Topal Mehmet Paşa’nın denizden, kendisinin karadan yaptığı taarruz neticesinde Venediklileri Boğazdan attı ve Venedik işgali altındaki Bozcaada ve Limni adalarını geri aldı. Ardından, Eflak, Boğdan ve Erdel meselelerini ele aldı. Bu havalideki isyanları bastırdı. Anadolu’daki Abaza Hasan Paşa isyanını da başarıyla bastırdı ve Anadolu’da huzuru temin etti. 1661’de Edirne’de vefat eden Köprülü, İstanbul’a getirilerek Divanyolu’ndaki türbesine defnedildi.
Kendisinden sonra oğulları, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak devlete hizmet etmişlerdir.

13
IV. MURAT


1612-1640
17. Osmanlı padişahıdır. 1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü. Genç yaşta ölen IV. Murat, getirdiği sert uygulamalar ve yasaklarla Osmanlı tarihinde yer almıştır.

IV. Murat İstanbul’da, Sultan I. Ahmet’in ve asıl ismi Anastasya olan Rum asıllı Kösem Sultan’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Bazı saray entrikaları ve komploları neticesinde amcası I. Mustafa’nın yerine, daha 11 yaşındayken tahta geçti. IV. Murat tahta geçtikten sonra, ülkeyi uzun süre akrabaları ve annesi Kösem Sultan yönetti. Bu süre içinde İmparatorluk anarşiye ve büyük iç karışıklıklara sürüklendi, Safeviler Irak’ı ele geçirdi, Kuzey Anadolu’da isyanlar patlak verdi ve 1631 yılında yeniçeriler sarayı basarak sadrazam ile birçok devlet yöneticisini öldürdü. Zaten çocukluğu sırasında ağabeyi Genç Osman’ın şehit edilişine tanık olan IV. Murat, tüm bu olayların da etkisiyle çok sert bir mizaca büründü ve yirmi bir yaşından itibâren ülke yönetimini tamamen kendi eline aldı. IV. Murat ilk olarak, yaygınlaşmış olan rüşvet ve iltiması ortadan kaldırdı ya da en aza indirdi. Annesinin yönetimi altında aşırıya gitmiş olan keyfî harcamalar ile savurganlığı bitirdi. İstanbul’da alkol, tütün ve kahveyi yasakladı. Yasağa uymayanların öldürülmesini emretti. Bazı geceler tebdîl-i kıyafet ile sokaklarda teftişlerde bulundu.
IV. Murat devrindeki en önemli askerî olay Safevilere karşı girişilen 1623–1639 Osmanlı-Safevi Savaşları’dır. Bu savaşta Osmanlı orduları, Azerbaycan, Erivan, Tebriz ve Hamedan’ı ele geçirmiş ve son olarak 1638 yılındaki Bağdat Seferi ile 1624’ten beri İran işgali altında bulunan bu şehri yeniden Osmanlı topraklarına katmışlardır. Bağdat’ın fethinin ardından IV. Murat, tarihe geçen o ünlü sözü söylemiştir: “Bağdat’ı almaya çalışmak, Bağdat’ın kendisinden daha mı güzeldi ne!”
IV. Murat, bu savaşlarda Osmanlı ordularını bizzat kendisi komuta etti ve büyük bir askerî dehâ olduğunu kanıtladı. Sefer sırasında, Anadolu’daki tüm isyanları ve isyan etmesi muhtemel unsurları yok etti. Böylece devlet otoritesi yeniden ve kesin bir şekilde sağlandı. Yerli halk, memnuniyetini göstermek üzere birçok yerel yapıya onun ismini verdi. Safeviler, kesin Osmanlı zaferi karşısında çaresiz kalınca barış istemek zorunda kaldılar ve 1639 Mayıs’ında Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. Antlaşma neticesinde Mezopotamya Osmanlı egemenliğine girdi ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı’nın toprağı olarak kaldı. IV. Murat, İstanbul’a döndükten sonra saygın devlet adamlarına, İmparatorluğun eski parlak günlerine dönmesine yönelik ekonomik ve siyasi projeler hazırlanması emrini verdi. Ama hastalığı ve irsî bir sonuç olan erken ölümü, onun imparatorluğu dönüştürme fikirlerine ve çalışmalarına engel oldu.
IV. Murat, 1640 yılında İstanbul’da henüz 28 yaşında ölmüştür. Ölüm nedeni üzerine iki ayrı iddia vardır. Batılı kaynaklar sirozdan, Osmanlı kaynakları ise damla hastalığından öldüğünü iddia ederler. IV. Murat, ölüm döşeğindeyken kardeşi İbrahim’in öldürülmesini emretmiştir. Ancak emri yerine getirilmemiş ve İbrahim, onun ardından padişah olmuştur. IV. Murat’ın bu emri vermesinin nedeni, kardeşi İbrahim’in deli olduğunu ve İbrahim’in tahta geçmesi halinde İmparatorluğun büyük karışıklıklara sürükleneceğini düşünmesiydi.

14
III. SELİM


1761-1808
Sanata düşkünlüğüyle Osmanlı tarihinde ayrı bir yeri olan III. Selim, 28. Osmanlı padişahı ve 107. İslam Halifesidir. Döneminde yaptığı ıslahatlara Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) denir. Nizam-ı Cedit, aynı zamanda kurulan yeni askeri ocağın da adıdır. Bu dönemde dış siyasete önem verildi, sürekli büyükelçilikler (Paris, Londra, Berlin, Viyana) açıldı. Batı dillerinde yazılmış önemli eserler Türkçeye çevrilerek, Batı düşüncesinin ülkeye girmesine hız verilmesi sağlandı.

III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası III. Mustafa’nın saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde sadece 13 yaşında olduğu için amcası I. Abdülhamit tahta çıktı. I. Abdülhamit Şehzade Selim’e kendisinden önceki padişahların tersine, oldukça iyi davrandı, iyi bir eğitim almasına izin verdi. Şehzade Selim müzik ve şiirle ilgilendi. I. Abdülhamit 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim Avrupa’yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin eşiğinde tahta çıktı. III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti hem Avusturya hem de Rusya’yla savaş halindeydi. Başarısızlıkla sonuçlanan bu savaşlar 1792 yılında Avusturya’yla yapılan Ziştovi Antlaşması ve 1792 yılında Rusya’yla yapılan Yaş Antlaşmasıyla son buldu. Böylece III. Selim Osmanlı ordusunda çoktandır yapmak istediği yenilikleri yapma fırsatı buldu. 1793 yılında Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. 1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler Kabakçı Mustafa’nın önderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim’in yerine geçen amca oğlu IV. Mustafa III. Selim’i kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim Padişah IV. Mustafa’nın emriyle boğduruldu. III. Selim’le onu idam etmeye gelen yeniçeriler arasında büyük bir boğuşma geçtiği bilinmektedir. III. Selim’in cenazesi Laleli Camii’nin avlusunda babası III. Mustafa’nın türbesine defnedildi.
III. Selim, bir yandan Doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken Batı kültürüne de ilgi duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında İstanbul’a Avrupa’dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi. Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling İstanbul’da birçok yapılar inşa etti. İstanbul’un çeşitli manzaralarını gösteren gravürler çizdi. III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan’ın Melling tarafından Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden oldu. III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. “İlhami” mahlasıyla birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbûselik ve nevakürdi makamları III. Selim’in buluşlarıdır. Dini müzik olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda 64 civarında eser bestelemiştir.
III. Selim’in yazdığı saltanatın gelip geçici olduğunu anlatan bir manzume şöyledir:
“Bağ-ı âlem ıcre zâhirde safâdır saltanat
Dikkat etsen mânevi kavgaya cardır saltanat
Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın
Kâm alırsa adl ile ol dem becâdır saltanat
Kesbeder mi vuslatın bin yılda bir âşık ânın
Meyleder kim görse ammâ bîvefadır saltanat
Kıl tefekkür ey gönül çarhın hele devranını
Ki safâ ise velev ekser cefâdır saltanat
Bu Cihan’ın devletine eyleme hırs-ü tamâ
Pek sakın İlhamî zira bîbekadır saltanat”

15
II. MAHMUT


1784-1839
Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu’nu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. 14 Mart 1827’de, İstanbul’da Türkiye’nin ilk tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi kurdu. İlk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi’nin çıkmasını sağladı. Yaptığı Avrupai yenilikler nedeniyle halk tarafından “Gavur Padişah” diye adlandırılıyordu.

20 Temmuz 1785 tarihinde Topkapı Sarayı’nda doğdu. Öğrenimi ile Sultan III. Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur. Tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce Sultan IV. Mustafa’nın veliaht-şehzadesi oldu. Keza sarayda O’nun dışında Osmanlı ailesinden hiçbir erkek bulunmamaktaydı. Kabakçı Mustafa isyanı sonunda tahttan indirilen III. Selim’i tekrar padişah yapmak için gelen Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, asilerle birlikte hareket eden Sultan IV. Mustafa’yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde III. Selim’in öldürüldüğünü öğrenen Alemdar Mustafa Paşa, katillerin elinden canını zor kurtaran II. Mahmut’u tahta çıkardı. 1808’de tahta çıktığında 23 yaşındaydı. Sultan II. Mahmut tahta geçtiği zaman Osmanlılar Ruslarla savaş halindeydi. İngiltere ile 1809’da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları ve Osmanlı Devleti ordularının yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki devlet de barış imzalamaya mecbur kaldılar. 28 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan’dan çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslara bırakılacaktı. Osmanlılar Bosna ve Eflak’dan 2 yıl vergi almayacak, Sırplar kendi içlerinde serbest kalacaktı. Tuna nehrinde hem Osmanlı hem de Rus gemileri serbestçe dolaşabilecekti. Prut ve Tuna nehirlerinin sol sahilleri iki ülke arasında sınır kabul edilecekti. Sırbistan’daki isyan sonucu yapılan Edirne Antlaşması ile Sırbistan yarı bağımsız hale geldi. 1828’de, Rusya savaşı sonrasında yapılan Edirne Antlaşması sonucunda, Yunanistan’a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan’a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerlerin çoğunu geri verdiler. Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.
Sultan II. Mahmut, kurduğu Sekban-ı Cedid adlı yeni askeri teşkilatın yeniçerilerin ayaklanması sonucu kaldırılması üzerine artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara haline gelen yeniçeri ocaklarını 1826’da Vaka-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırdı. Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen yeni bir askeri teşkilat oluşturuldu. Osmanlı Devleti’ndeki çöküşü fark eden II. Mahmut, hayatı boyunca İmparatorluğu Batı düzenine uydurmaya çalıştı. Kıyafet kanunu çıkararak devlet memurlarının fes, pantolon ve ceket giymelerini sağladı. Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. 1831’de yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı. Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Avrupa’nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler bulundurttu. Medreselerin yanında Avrupa tarzı eğitim veren yeni okullar açıldı ve Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. Divan teşkilatını kaldırdı ve onun yerine bakanlıklar (nazırlık) kurdu. 30 Mart 1838’de Sadrazamlık makamına “Başvekalet”, Sadrazama “Başvekil” denilmesi kararlaştırıldı. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Rüştiyeler (orta okul) ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler Osmanlıca’ya çevrildi. Posta teşkilatının kurulması ve karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi.
Aynı zamanda hattat, bestekâr ve şair olan Sultan II. Mahmut yazdığı şiirlerde Adli mahlasını kullandı. Sultan II. Mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1839’da 54 yaşında vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divanyolu’nda kendisi için oğlu Abdülmecit tarafından Mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan’ın inşa ettiği II. Mahmut Türbesi’ne defnedildi.

16
MİTHAT PAŞA
(AHMED ŞEFİK)


1822-1884
Osmanlı devlet adamı, sadrazam. Tuna, Aydın ve Suriye Valisi. İlk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kurulun başkanı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki birçok reformun mimarı.

Rusçuklu Mehmed Eşref Efendi’nin oğludur. Çocukluğunu İstanbul’da ve babasının naip olarak bulunduğu Vidin ve Lofça’da geçirdi. Özel eğitim gördü. Arapça, Farsça ve biraz Fransızca öğrendi. 1834’te Divan-ı Hümayun kaleminde görev aldı. Burada kendisine Midhat mahlası verildi. Divan-ı humayun’un görevlerini üstlenen Meclis-i Vükela’nın kâtipleri arasında yer aldı. 1840’ta Sadaret Mektubi kaleminde yer aldı. 1842-1846 arasında tahrirat katibi yardımcısı olarak Şam ve Sayda’da, 1846’dan sonra divan kâtibi olarak Konya ve Kastamonu’da görev yaptı. 1854’te sadrazam olan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından Rumeli’de yaygınlaşan isyan olaylarını bastırmak gibi, yerine getirilmesi güç bir işle görevlendirildi. Bulgaristan’da düzeni sağladı. İstanbul’a dönüşünde Abdülmecid’i devirmeyi amaçlayan suikast girişiminin soruşturmasını yürütmekle görevlendirildi. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın ikinci sadrazamlığı sırasında, 1861’de vezir rütbesiyle Niş valiliğine atandı. Başarılı reformlarından dolayı, Abdülaziz tarafından genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi. 1864’te Tuna vilayeti’nin başına getirildi ve Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi’nin uygulanmasına öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. Vergi türlerini ve yükümlülüğünü azaltan düzenlemeler yaptı. İstanbul Emniyet Sandığı’nın ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti. 1869’da vali olarak bulunduğu Bağdat’ta da başarılı reformlar yaptı.
Abdülaziz’in son yıllarındaki siyasi kaos ortamında Mithat Paşa saray karşıtı ve reform yanlısı siyasetin başlıca lideri olarak sivrildi. Serasker (ordu komutanı) Hüseyin Avni Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa ve (Şirvanizade’nin ölümünden sonra) Mütercim Rüştü Paşa ile birlikte, Abdülaziz’i devirmeyi planlayan “cunta”yı oluşturdu. 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz devrilip V. Murat tahta geçirildi. Devrik Padişahın dört gün sonra şüpheli bir biçimde ölümü ve ardından Hüseyin Avni Paşa’nın Çerkez Hasan adlı genç subay tarafından öldürülmesi olayları üzerine yeni Padişah ruhsal bir bunalıma girince, 31 Ağustos’ta o da tahttan indirilerek kardeşi II. Abdülhamid padişah ilan edildi. Bu olayda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ön planda görünse de rejim değişikliğinin gerçek mimarı Mithat Paşa idi. Mithat Paşa ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî’sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 1876’da sadrazamlığa atandı. 23 Aralık’ta II. Abdülhamid, Mithat Paşa’nın hazırladığı anayasayı (bazı değişikliklerle) ilan etti. Padişah II. Abdülhamit 5 Şubat 1877’de Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan azlederek gözaltına aldırdı ve aynı gün (evine dahi uğramasına izin verilmeden) bir gemiyle ülke dışına sürdü. Bir süre Avrupa’da kalan ve ertesi yıl Girit’e dönmesine izin verilen Mithat Paşa, Aralık 1878’de affedilerek Suriye Valiliğine atandı, ancak İstanbul’a gelmesi kesinlikle yasaklandı. Siyasi faaliyetlerine Suriye’de de devam ettiğine dair kuşkular üzerine 1880’de Aydın (İzmir) valiliğine gönderildi. Bu esnada II. Abdülhamit, Mithat Paşa’ya karşı yine kışkırtılmıştı. Kendisi ve tüm ailesinin katledilmesi planlandı. 1881’de konağının bir askeri birlikçe sarılması üzerine Fransız Konsolosluğuna sığındı. Üç gün sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu.
İstanbul’a getirilen Mithat Paşa sarayda kurulan özel bir mahkeme (Yıldız mahkemesi) tarafından Abdülaziz’in öldürülmesiyle suçlanarak yargılandı. Saray topraklarında Padişah tarafından bizzat seçilen bir mahkeme kurulu tarafından yürütülen bu yargılama Avrupa ülkelerinden gelen gözlemciler tarafından taraflı bulundu. Yargılamanın sonunda Midhat Paşa idama mahkûm edildi. İngiltere Hükümetinin ricası ile II. Abdülhamit bu cezayı ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Arabistan’da Taif Kalesine sürüldü. 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızları tarafından boğularak öldürüldü. Bu cinayetin Padişahın emri ile gerçekleştiği ileri sürüldü. Mithat Paşa’nın cenazesi 1951’de Taif ’ten getirildi ve 26 Haziran 1951’de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet Tepesi’ne defnedildi.

17
GAZİ OSMAN PAŞA
(OSMAN NURİ PAŞA)


1832-1900
93 Harbi’nde 145 günlük Plevne Savunması’nı komuta ettikten sonra kuşatmayı yararak şehirden çıkarken yaralanan, ancak müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus Çarından bile saygı görmüş, dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınmış Osmanlı Ordusu komutanıdır. Ayrıca siper kazma yöntemini ilk bulan kişidir.

1832’de, Tokat’ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı’nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu. Genelkurmay Başkanlığı’nda çalıştığı zamanlarda Osmanlı Devleti’nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldığından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861’da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanlarının başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit’teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu.
Yemen’e gönderildikten sonra Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan’ın Osmanlı Devleti’ne ültimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin Komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa’nın hedefi Belgrat’ı almaktı ancak Serasker’den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (1876). Osman Paşa’yı tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki Plevne Savunması’dır. 5 Nisan 1900’de 68 yaşında ölmüştür. Türbesini, onu çok seven ve saygı duyan Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömülmüştür.
Adına marş yazıldı;
“Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor”

18
II. ABDÜLHAMİD


1842-1918
Osmanlı İmparatorluğu’nun otuz dördüncü padişahı. Saltanatının başlangıcında I. Meşrutiyet, sonunda II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Osmanlı devletinin ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasi onun döneminde ilan edilmiştir.

Sultan Abdülhamit, Sultan Abdülmecit’in ikinci oğluydu. Annesi Tirimüjgan Hatun’du. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz, Abdülhamit’in eğitimiyle ilgilendi. Özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca, tefsir, hadis, fıkıh ve fen dersleri aldı. Arta kalan zamanlarında ata binmek, silah kullanmak ve spor yapmakla ilgilendi. Sultan II. Abdülhamid tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti büyük sıkıntılar içindeydi. Dış borçlar artmaktaydı. Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ da eklenmişti. İngiltere Şark meselesi ile ilgili bir konu için İstanbul’da bir konferans düzenlenmesini istemişti. Abdülhamit’i başa geçiren grup daha önce Abdülhamid’in söz verdiği meşrutiyet ve Kanun-i Esasi’yi bekliyordu. Padişah üzerindeki baskıların artması sebebiyle hemen Kanun-i Esasi’nin oluşturulması için girişimlerde bulunuldu. 23 Aralık1876’da Tersane Konferansı’ndan bir gün önce Kanun-i Esasi ilan edildi. 24 Nisan1877’de Rusya, Osmanlı Devletine resmen harp ilan etti. Rumi 1293 senesine rastladığı için “93 Harbi“ denilen bu savaş, Edirne Mütarekesi’ne kadar dokuz ay sürdü. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefenos Anlaşması ile Osmanlı Devleti ağır bir kayıp veriyordu. Sultan Abdülmahid bu tavizi vermek zorunda kaldı. 13 Temmuz 1881’de imzalanan Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakların bir bölümünü geri alabildi. Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanırken, Bulgaristan’a bağımsız bir prenslik olma hakkı tanındı. Berlin Anlaşması’ndan sonra Rusya alacaklı durumundaydı. Borçlu olunan diğer ülkeler arasında İngiltere ve Fransa da bulunmaktaydı. 20 Aralık 1881’de yayınlanan “Muharrem Kararnamesi“yle borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu kararnameye göre devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bazı imtiyazlı eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan “Duyun-i Umumiye“ teşkilatına bırakılıyordu. Meselenin bu şekilde hallolması ve Osmanlı Devleti’nin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamid’in büyük başarılarından biri oldu.
İttihat ve Terakki yanlıları 1908 yılında Manastır ve Selanik’te ayaklandılar. 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. İlk meclis 17 Aralık 1908’de açıldı. Ancak İttihat ve Terakki’nin tutumu dolayısıyla huzursuzluklar baş gösterdi. 13 Nisan1909’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvime göre 31 Mart olarak tarihlenen bugünde Hareket Ordusu, irticai faaliyette bulunanları bastırdı. Yapılan bu isyanlarda, Ayan ve Mebuslar Meclisleri Padişahı suçlu görüyorlardı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın fetvasında Abdülhamit’i 31 Mart İsyanı’na sebep olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini israf etmek, insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek gibi sebeplerden suçlu buluyorlardı. Tebliğ için Yıldız Sarayı’na gönderilen heyet ile Abdülhamid 1909’da tahttan indirildi. Yerine V. Mehmet Reşat geldi. Bu sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Padişaha yolculuğunda üç kızı ile oğullarının ikisi refakat etti. Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı’nda beş buçuk yıl yaşadı.1918 yılının Şubat ayında hastalandı. 10 Şubat 1918 tarihinde 77 yaşında vefat etti. İstanbul’da Divanyolu’nda bulunan II. Mahmut Türbesi’nde yatmaktadır.
Abdülhamid zamanında her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı. Modern bir tıp fakültesi açıldı. 1876’da Mekteb-i Mülkiyeyi, 1879’da da bir müze yaptırdı. 1880’de Hukuk Mektebi ve Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay) kurdu. 1886’da Terkos Suyunu İstanbul’a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1892’de Hamidiye Kâğıt Fabrikası, Kadıköy Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893’te Osmanlı sigorta şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik Demiryolu yapıldı. 1894’te Şam-Horan Demiryolu ve Eskişehir-Kütahya Demiryolu yapıldı. Yine 1894’te Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi ve Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşa edildi. 1895’te Beyrut-Şam Demiryolu, Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya Demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binası, İstanbul-Selanik Demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1902’de Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işledi. Kağıthane’deki Hamidiye suyu İstanbul’a getirildi. Yeni balıkhane, Haydarpaşa Rıhtımı, Maden Arama Mektebi, Şam’da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. 1904’te Bingazi’ye telgraf hattı yapıldı. 1905’te İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon Binası yapıldı.

19
EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI


1873-1964
“Kuşçubaşı Eşref” adıyla da anılır. Çerkez kökenli Türk istihbaratçı ve gerilla savaşçısıdır. Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli katkıları olmuş, bir dönem Teşkilat-ı Mahsusa’nın da başkanlığını yapmıştır.

Sultan Abdüllaziz’in kuşçubaşısı Çerkez Mustafa Nuri Bey’in oğludur. Harp okulunun son sınıfında iken Jön Türklerle ilişkisi yüzünden II. Abdülhamit tarafından Hicaz’a sürgün gönderilmiştir. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, II. Abdülhamit’in Baş Yaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başarmıştır. Arabistan’da II. Abdülhamit’e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan’ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. II. Abdülhamit’in meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı’nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son vermiştir. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katılmışlardır.
1911 yılında Trablusgarp’ta Enver Bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne’nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya’da ilk Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasına katkıda bulunmuştur. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey’in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).
I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlere karşı girişilen Süveyş Kanal Harekatı’nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber’de Faysal’ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918). Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta’ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan’daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır. İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu’ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkez Ethem’le beraber savaşmıştır (1920). Kardeşinin adı Mustafa Kemal’e düzenlenen İzmir suikastında geçer. Anadolu Osmanlı İhtilal Komitesi’nin kurucusu olduğuna dair söylentiler de vardır.
Lozan Antlaşması’nın Temmuz 1923’de imzalanmasının ardından, Yunan ve İngiliz işbirlikçisi olması iddiasıyla, Çerkez Ethem’le birlikte 150’likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır. 1950’de yurda dönene kadar Mısır’da (İskenderiye) ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1950-1964 yılları arasında Türkiye’de bulunmuş ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır. 1964’te vefat etmiştir. Kabri Söke-Kuşadası (Aydın) yolu Yaylaköy Caferli Granta Mezarlığı yanındadır.

20
TALAT PAŞA (MEHMET)


1874-1921
İttihat ve Terakki’nin kurucularından ve önde gelen siyasetçilerdendi. Meclis vekilliği, dahiliye nazırlığı, posta vekilliği ve sadrazamlık yapmıştı. Başkalarına verdiği imkânlar yanında kendisi için devlet malını kullanmamış ve sıkıntı içinde ölmüştü.

Tam adı Mehmed Talat’tır. Babası Ahmed Vasıf Efendi kadılık ve Vize kazası sorgu hâkimliği görevlerinde bulunmuştu. Mekteb-i İptidai’yi Vize’de bitirdi, Askeri Rüştiye’den mezun olacağı sırada hocalarından bir subayı dövmesi sonucunda diplomasını üç ay gecikmeli aldı ve bu yüzden idadiyeye devam edemedi. Edirne Posta-Telgraf Müdürlüğü’nde kâtip yardımcılığı yaparken Yahudi mektebinde Türkçe dersleri vermeye başladı. Genç yaşta girdiği rejim aleyhtarı faaliyetleri yüzünden 1895’te tutuklandı ve iki yıl hapis yattı.
İttihat ve Terakki kurucularından ve önde gelen siyasetçilerindendi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Edirne mebusu olarak girdiği Meclis-i Mebusan’da birinci reis vekilliğine seçildi. Meclis Vekilliği, Dahiliye Nazırlığı, Posta Vekilliği ve 1917’de Sadrazamlık yaptı. Ayrıca 1909-1910 yılları arasında “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”nın büyük üstatlığını yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında Ermenileri sürgün etmek için Tehcir Kanununun çıkarılmasında etkin rol oynadı. Sovyet Devriminin gerçekleşmesiyle savaştan çekilen Rusya ile 3 Mart 1918’de imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması’na Osmanlı Devletinin temsilcisi olarak imza atan Talat Paşa’nın ısrarları neticesinde Rusya, 1878’de 93 Harbi sırasında işgal ederek aldığı tüm toprakları, yani Ardahan, Kars, Artvin ve Batum’u Antlaşma’yı takiben Osmanlı Devleti’ne iade etti.
Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ile sonuçlandığı görülünce İttihat ve Terakki’nin bir kısım ileri gelenleri ile birlikte 1918 yılında ülkeyi terk etmiş, 15 Mart 1921 tarihinde, Almanya’da bir Ermeni komitacı ve suikastçı olan Soghomon Tehlirian tarafından suikasta uğrayarak şehit edilmiştir. Alman dostu olarak bilinen Talat Paşa’nın cenazesine bu ülkenin dışişleri bakanı ve pek çok ileri gelen katıldı. Suikastçı, Alman Mahkemesi’nde 1,5 günlük bir yargılama sonucu beraat etmiştir. Mehmet Talat Paşa’nın kemikleri, 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye’ye geri getirilmiş ve Abide-i Hürriyet şehitliğine gömülmüştür. TBMM’nin 1926 yılında kabul ettiği bir kanunla ailesine ev tahsis edilmiş ve şehit aylığı bağlanmıştır.

21
FEVZİ ÇAKMAK


1876-1950
Osmanlı İmparatorluğu’nda paşalık yapmış olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci ve son mareşalidir. Türkiye’nin İsmet Paşa’dan sonraki ikinci başbakanı, ilk milli savunma bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk genelkurmay başkanıdır.

Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876’da İstanbul’da Topçu Albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1893’te Harp Okuluna kaydolarak 1896’da Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Akabinde Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’ye girerek 25 Aralık 1898’de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. Balkanlar’daki Sırp ve Arnavut çetelere karşı verilen mücadeleye katıldı. Kısa aralıklarla terfi ederek 1907’de miralaylığa (albay) yükseldi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde 35. Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfıydı. 1910’da Arnavutluk’ta çıkan ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Kosova Kolordusu’nun Kurmay Başkanlığına atandı. 1911’de Trablusgarp Savaşı başlayınca Rumeli’nin savunmasıyla görevli Garp (Vardar) ordusunun Kurmay Başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında 21. Fırka Komutan Vekilliği ve Vardar Ordusu 1. Şube (Harekât Şubesi) Müdürlüğünü yaptı.
I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. 1918’de ferikliğe yükseldi. Mustafa Kemal’in rahatsızlığı nedeniyle 1915’te Fevzi Paşa 5. Kolordu Komutanlığı kendisinde kalmak üzere, ek görev olarak Anafartalar Grubu Komutan Vekilliğine getirildi. Birinci dönem TBMM’ye Kozan milletvekili olarak katıldı. 26 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
1921’de İsmet Paşa’nın (İnönü) yerine TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevine getirildi. 3 Ağustos 1921’de Başvekillik, Milli Müdafaa Vekilliği ve Erkan-ı Harbiye Reisliği görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı ve Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal ile birlikte bizzat cephede harekâtı yönetti. Zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın (30 Ağustos 1922) ardından 31 Ağustos’ta rütbesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesi üzerine TBMM tarafından Müşirliğe (Mareşal) terfi ettirildi. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliğinin kaldırılmasıyla, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine atanan Mareşal Fevzi Çakmak, 30 Ekim 1924’e kadar TBMM’de İstanbul Milletvekilliği görevine devam etti. Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik yapanların siyasete karışmamaları gerektiğine dair talimatından sonra, 31 Ekim 1924’te askerlik görevini, siyasete tercih ederek İstanbul Milletvekilliğinden istifa etti. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini 23 yıl yaptıktan sonra 12 Ocak 1944’de 68 yaşında Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası’na göre yaş haddinden dolayı emekliye ayrıldı.
1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak TBMM’de VIII. Dönem İstanbul milletvekili seçildi. 5 Ağustos 1946’da milletvekili seçilerek 22 sene sonra tekrar Meclis’e katılan Fevzi Paşa, Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar’ın, dönemin Cumhurbaşkanı’nın demokratik seçimlere izin vermesi için, söylediği “Devr-i Sabık yaratmayacağız” (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) sözünden sonra partisinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948’de Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. 10 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Cenazesi 12 Nisan 1950’de Eyüp Sultan Camiinden kaldırılırken, cenaze namazında yüz binlerce vatandaş bulundu. Cenazesi İstanbul’daki Eyüp Sultan Mezarlığı’nda Küçük Hüseyin Efendi dergâhı türbesine defnedildi.

22
ENVER PAŞA
(İSMAİL ENVER)


1881-1922
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında önemli bir yeri olan asker ve siyaset adamı Enver Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1913’te Babıali Baskını adı verilen askeri darbeyle cemiyetin iktidara gelmesini sağlamıştır.

1881’de İstanbul’da dünyaya geldi. Babasının görevleri nedeniyle çocukluğu farklı şehirlerde geçti. Harp okulunu 1899’da piyade teğmeni olarak bitirdikten sonra, 1902’te kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi’nden derece alarak mezun oldu. Selânik’teki Üçüncü Ordu’nun emrine girdi. Manastır ve Üsküp’te çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra 1904’te kolağası, 1905’te kurmay, 1906’da binbaşı oldu. Ekim 1907’de Manastır civarında eşkıya takibi ile görevlendirildi. 1908 yılına kadar devam ettiği bu görev sırasında Bulgar çetelerine karşı verdiği mücadeleler, onda milliyetçilik fikrinin gelişmesinde rol oynadı. Merkezi Paris’te bulunan Jön Türk Hareketi’nin Selanik’teki bir kolu olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne (sonraki adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti) katıldı. İttihat ve Terakki’nin başlattığı ihtilal hareketleri içinde yer alan Enver Bey, Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nâzım Bey’in öldürülmesinden sorumlu tutuldu ve Divan-ı Harb’e sevk edildi. Ancak İstanbul’a gitmek yerine kendine bağlı birliklerle Makedonya’da dağa çıktı. Bu hareket II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğu ve önemli faaliyetler gerçekleştirdiği için Enver Bey, bir anda “hürriyet kahramanı” olarak kabul edildi. Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Askeri Ataşeliği gibi görevlerde bulundu.
İstanbul’da 31 Mart Olayı’nın patlak vermesi üzerine geçici olarak yurda döndü. İsyanı bastırmak üzere Selanik’ten İstanbul’a giden ve komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın üstlendiği Hareket Ordusu’na katıldı; hareketin kurmay başkanlığını Kolağası Mustafa Kemal Bey’den devraldı. İtalyanlara karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine kabul ettirdikten sonra Kolağası Mustafa Kemal Bey ve Paris Ataşemiliteri Binbaşı Fethi (Okyar) Bey ile bölgeye giden Enver Bey, Bingazi ve Derne’deki kuvvetlerin başına geçti. İtalyan kuvvetlerine karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle 1912’de yarbaylığa yükseldi. I. Balkan Savaşı yenilgi ile sonuçlanmıştı. İttihatçıların kendi aralarında yaptığı ve Enver Bey’in de katıldığı toplantıdan zor kullanarak hükümeti devirme kararı çıktı. 23 Ocak 1913 günü Enver Bey’in öncü rolü oynadığı Babıali Baskını gerçekleşti. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti askeri darbe ile iktidarı ele geçirmiş oldu. 1877-1878’deki 93 Harbi sırasında da yerli Ermenilerin Osmanlı’ya karşı yayılmacı Rus ordularının yanında çarpıştığını ve de cephe gerisinde isyanlar çıkarttığını bilen Enver Paşa, Dahiliye Nâzırı Talat Paşa ile birlikte Ermeni Tehciri diye anılacak kararı alarak, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Suriye Vilayetine nakledilmelerine karar verdi. Tehcir Kanunu diye bilinen yasa 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edildi. 1920’de Moskova’ya gitmeyi başardı ve görüşmeler yaptı. 1921’de Talat Paşa’nın öldürülmesinden sonra İttihat ve Terakki’nin başlıca önderi durumuna geldi. Aynı yıl Batum’da bir İttihat ve Terakki Kongresi gerçekleştirdi. 30 Temmuzda Ankara’ya Yunan saldırısı başlayınca bir kurtarıcı gibi Anadolu’ya girmeyi umut eden Enver Paşa’nın bu umudu Eylül ayında kazanılan Sakarya Zaferi ile boşa çıktı.
1921 yılının Ekim ayında Orta Asya Müslümanlarını sömürgeci İngilizlere karşı birleştirme ve bir Turan devleti kurma niyetiyle Batum’dan Buhara’ya gitti. 4 Ağustos 1922’de Kurban Bayramı sırasında Tacikistan’da, Belçivan yakınlarında Bolşevik Ruslara karşı yapılan bir çarpışmada üzerine düşen havan topuyla öldü ve Çeğen köyüne gömüldü. Tacikistan’daki naaşı 1996 yılında Türkiye’ye getirildi ve ölüm yıldönümü olan 4 Ağustos 1996’da Şişli’deki Abide-i Hürriyet Tepesi’ne defnedildi. Törene dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bakanlar ve Enver Paşa’nın torunları katıldılar.

23
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


1881-1938
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan mareşal ve devlet adamıdır. 1919 yılında başlattığı Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin önderliğini yapmış, modern Türkiye’yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiştir. Batı ülkelerinin hukuk sistemlerini inceleyerek, modern hukuk kavramını Türkiye’ye kazandırmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı ve Türk ordularında subay olarak görev yapmış, 1921 yılında “Gazi” unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.

1881 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir ili olan Selanik’te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanımdır. Babasını küçük yaşta kaybettikten sonra ilkokulu Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi’nde okudu. Öğrenimini Selanik Askerî Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisi’nde sürdürdü. 1899’da girdiği İstanbul Harbiye Mektebi’ni 1902 yılında piyade teğmeni rütbesiyle, Harp Akademisi’ni de 1905’te kurmay yüzbaşı olarak bitirdi. Mustafa Kemal 1905 yılında Şam’da 5. Ordu’da, 1907’de Makedonya’daki 3. Ordu’da görevlendirildi. Manastır ve Selanik’te görevli iken 1909’da İstanbul’daki (31 Mart Vak’ası) ayaklanmayı bastıran hareket ordusunda görev yaptı. 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarması üzerine Tobruk’a gönderildi. Tobruk ve Derne’de Türk Kuvvetlerini başarı ile yönettikten sonra binbaşı rütbesiyle 1912–1913 yıllarında Balkan Savaşı’na katıldı; Edirne’yi Bulgaristan’dan geri alan kolorduda görev yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nda, 1915’te, 19. Tümen Komutanı olarak Çanakkale Savaşı’na katıldı. Gelibolu’da düşman saldırılarını başarı ile durdurdu; “Anafartalar Kahramanı” olarak ün kazandı. 1916’da Doğu Cephesi’ne Kolordu Komutanı olarak atandı ve generalliğe yükseltildi. Rus saldırılarını durduran Mustafa Kemal, Bingöl ve Muş’u düşmandan geri aldı.


1918’de yeniden görevlendirildiği Suriye cephesinde 7. Ordu Komutanı iken, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a geldi. Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak amacını gizli tutarak, Ordu Müfettişliği görevi ile İstanbul’dan ayrıldı. Karadeniz yoluyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayımladı. Ayrıca Osmanlı Hükûmeti’nin verdiği görevden ve askerlikten istifa ederek 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan kongrelerin başkanlığını yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, onun çabalarıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da tarihî görevine başladı;
Mustafa Kemal, Meclis ve Hükümet Başkanı seçildi. Osmanlı Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması’nı Türk milletinin kabul etmediğini dünyaya duyurdu. İtilaf Devletleri’nin yardımıyla İzmir’i işgal eden Yunan kuvvetlerinin ilerlemesi 1921’de Birinci ve İkinci İnönü savaşlarıyla durduruldu. 23 Ağustos 1921’de yeniden saldıran Yunan ordusu bozguna uğratılarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Türk ordusu Sakarya Meydan Savaşı’nı zaferle sonuçlandırdı. 22 gün geceli gündüzlü süren bu savaşta Yunan ordusu ağır kayıplara uğratıldı. Bu zafer nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e ‘Mareşal’ rütbesi ve ‘Gazi’ unvanı verildi. Türk ordusu, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için 26 Ağustos 1922’de karşı saldırıya başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Başkomutan Meydan Savaşı’nda (30 Ağustos 1922) Türk ordusu Yunan ordusunun büyük kısmını yok etti. Bozguna uğrayarak kaçan düşman kuvvetlerini izleyen Türk ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve İtilaf Devletleri işgal ettikleri Türk topraklarından çekildiler.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/sevil-yucedag/100-buyuk-turk-69403201/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Tarım Havzası: Taklamakan Çölünü de içine alarak doğudan batıya 1000 km uzanan, Tanrı dağlarıyla Karanlık dağları arasında kalan havza.
100 büyük Türk Sevil Yücedağ
100 büyük Türk

Sevil Yücedağ

Тип: электронная книга

Жанр: Зарубежная публицистика

Язык: на турецком языке

Издательство: Maya Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: İlk dünya haritasını çizen ünlü denizci,

  • Добавить отзыв